Bugün mutfak cezamın bitişinin ilk günüydü ve bir haftadan sonra ilk kez eğitime katılıyordum. Başımızda ne yazık ki Başer Komutan vardı. Formundaydı her zamanki gibi. Herkese karşı bir tavrı vardı ama bana özel bir garezi olduğunu düşünüyordum, içtimadan beri laf atıp duruyordu, sadece bir dakika geciktiğime emindim ama söylemediği kalmamıştı.Sabah koşumuzu yaparken de bizimle beraber koşmuş, benimle beraber arkada kalan kişilere bayağı bir saydırmıştı. Güçsüzmüşüz de bizim gibileri direkt anamızın kucağına geri göndermek lazımmış falan filan. Ana kucağı görmüştüm sanki ben.
Ben dünden sonra onu olabildiğince görmezden gelmeye uğraşırken onun böyle bir problemi yok gibiydi. Olan şeyi garip bulan bir tek bendim herhalde. Onu o kadar yakınımda görmek ve hissetmek bana iyi gelmemişti. Oldukça garip hissetmiştim. Bir daha böyle birşey yaşamak istemiyordum.
Ama sürekli karşımızda bize bağırıp çağıran adama bakmadan da duramıyordum. Arada bir bu tarafa bakıyordu ve ben göz göze gelmemek için boynumu kırma pahasına çeviriyordum. Dün ki korku filminden fırlamış dakikalar halen hatırladıkça tüylerimi dikeltiyordu. Sanırım üstümdeki bu gerginliği ve garip ruh halini atmak için biraz süre geçmesi gerekecekti.
"Şınav Pozisyonu Al !"
Gür sesiyle verdiği komutu otomatikman yerine getirdim. Uzun süre sonra yapacağım ilk şınav idmanıydı. Kesin her zamanki potansiyelimden bayağı düşük bir performans sergileyip azar yiyecektim. Şimdiden hazırla kendini koçum, kaçışın yok.
Ellinci şınavdan sonra zorlananların sesleri gelmeye başlamıştı, bende zorlanmama rağmen ses çıkarmamaya ve karşımızda akbaba misali bizleri izleyen adamın gözüne batmamaya çalışıyordum. Eskisi kadar yere eğilmeden enerjimi saklamaya çalıştım. Umarım farkedilmezdim bu kadarcık birşey için.
"O göğsünüz yere değecek lan, baştan şınav nasıl çekilir onu da mı öğretelim !"
Gözlerimi kapatıp içten bir küfür ettim. Çölde bir bedevi olsaydım kar fırtınasında donarak ölürdüm ben, bahtsız bir bedevi olarak bu benim kaderimdi. Başımı hafif yukarı kaldırarak sadece kendimin duyabileceği bir sesle sitem ettim.
"Bir kere de benim dediğim olsun ulan, bir kere de arkamda dur be !"
"Allah'la nasıl konuşuyorsun lan sen, çarpılırsan görersin." Ömer'e yandan bir bakış atıp şınav çekmeye devam ettim. Yanımdaki Ömer beni duyduysa Komutanın da duyma ihtimali vardı, susmak en iyisiydi. Tahmin ettiğim gibi erkenden yorulmuştum. Daha yetmişinci şınavda falandık. Bir haftalık rahatlığımın acısı çıkıyordu.
Kollarım da titremeye başlayınca diğer askerlere kıyasla bayağı bir yavaşlamıştım. Benim gibi askerlerin olduğuna emindim ama bahtsızlığıma tüküreyim yine ve yine Başer Komutan bana doğru geliyordu.
"Aha da çarptı seni Allah, dedim ben sana."
"Cezadan sağ çıkarsam seni çarpa çarpa sikeceğim Ömer!"
"Yoruldun mu asker !"
Kafamı kaldırıp ona bakma zahmetinde bulunmadım, hızlı olmaya uğraşarak şınavlara devam ettim.
"Hayır Komutanım!"
"Burdan öyle gözükmüyorsun ama, mola vermek ister misin ?" Yumuşak ve sakin çıkan sesi beni oldukça afallatırken zaten titreyen kolum şoktan bükülünce anında yere düşmüştüm. Eğer tanımasam ve dalga geçtiğini bilmesem gerçekten benimle ilgilendiğini düşünürdüm.
Ben daha kalkmaya çalışamadan uzayan saç köklerimden tutuldum ve yerden kaldırıldım. Saç derim acıdığı için yüzüm buruştu ve elim istemsizce arkaya, onun elinin üstüne gitti ve geri çekmeye çalıştı. Artık dizlerimin üstünde olmama rağmen saçlarımdan daha sıkı kavradı ve kafamı birkaç defa savurdu, dişlerimi sıkıp canımın ne kadar acıdığını belli etmemeye uğraştım.