Lanet bir güne daha merhaba Ala. Ah yaşamak zorunda olduğum bu evrenden cidden nefret ediyordum. Kendim den de öyle. Bu dünyaya neden yalnız geldim bilmiyordum fakat yalnız gitmeyeceğimden de emindim. Annem ölürse cennete gidecekti. Bense, hımm anlarsınız ya cehennemiktim işte. Pisliğin tekiydim. Lanet olası bir babaya sahiptim ve pisliğin tekine dönüşmüştüm. Babam pislikti sonuçta. Pekala bütün suçu babama atamazdım, bende de suç vardı. Her zaman dik kafalı, egosu tavan, merhametsiz biriydim. Hiç unutmam 7 yaşındaydım. 7 ya 7. Çocuktum ben daha. Hala karanlıktan korkan bir cocuk. Biyolojik babam o zamanlar ilgili bir ebeveyndi. Yada ne bileyim iste öyle görünmeye çalışırdı. Bana sürpriz yapıp siyah bir bisiklet almış, Bende "Siyah bir bisiklet istemiyorum baba, pembe istiyorum. Kız çocukları pembe bisikletleri severler." Demiştim ve ağzımın üzerine elinin tersi ile vurmuştu. "Sakın Ala! Sakın! Sen bir çocuk değilsin. Sen özelsin ve diğer aptal kızlar gibi değilsin" demişti. Anlayamamıştım. Ama biliyor musunuz ondan o zaman bile nefret etmemiştim. "Sevmek" kavramı bu lanet olası adama yakışmıyordu ama seviyordum işte. Hem de ölesiye.
Bazen şükür ediyordum. Cidden aptal biri değildim. Her konu da iyiydim, zekiydim. Bu kriterler egomu tavan yapmaya yetiyor, hatta artıyordu bile. Fakat merhametsizlik, bu sonradan ortaya çıkan ve beni içten fetheden bir kavramdı. Pekala bir nevi lanetimdi. Annem yatalak olduktan sonra zor şeyler yaşamıştım. Babam gerçek yüzünü göstermişti ve bana işkence ediyordu. Her sinirlendiğinde. Lanet olsun, her içkisi bittiğinde. Her annemi özlediğinde. Annemden her ne kadar nefret ettigini söylese de sevdiğini biliyordum. Şuan anlıyordum. Beni de seviyordu. Aptal kurallarını bile bir kenara bırakıp bana bisiklet almıştı. Her ne kadar siyah ve çirkin bir görünümlü bir bisiklet olsa da o bisikleti gün geçtikçe sevmeye baslamistim. Ciddiyim. O babamın bana aldığı ilk ve son bisikletti. Duygulanmış mıydım? Ah hayır tabiki. Sinirimden bile olsa zar zor ağlardım ben.
Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelemediğimi fark edip, yüzüme tekrar su serptim. Fakat ne lanet bir gündü bugün böyle? "Lanet" diyince sırıtmadan edemedim. Ne kadar da çok lanet ediyordum böyle. Lanet bir hayat yaşıyordum sonuçta.
Suyu kapattım ve aynadaki yansımama baktım(yine). Bakımsızdım. Gözaltılarım; ya çok uyumaktan, ya da az uyumaktan morarmıştı ve halkalar oluşturmuştu. Bir fondoten işimi görürdü. Aşırıya kaçmaya gerek yoktu. Ama önce giyinmeliydim. Puantiyeli geceliğim üzerinde hayli komik duruyordu.
Minik dolabımı açtım ve içinden kısa mini eteğimi çıkardım. Eğer mükemmel bir fiziğe sahipseniz, bunu herkese göstermelisiniz. Ve ben mükemmel bir fiziğe sahiptim. Sanırım kendimde beğendiğim tek noktam buydu. Siyah deri mini eteğimi üzerine çektim ve üzerine ne giyeceğime karar vermek için yan çekmeceyi açtım. Tahmin ettiğim gibi bir bokum yoktu. Hepsi spor ve erkeksi kıyafetlerdi. Tamam kız gibi giyinmekten nefret ediyordum.ta ki rüzgarı görene dek. Ona aşık olmamıştım tabiki. Aşk aptal kızlar içindi. Ben asla aptal olmayacaktım. Sadece ona güzel görünmek istiyordum. Ne? Sebebi mi? İnanın bende bilmiyordum.
Ah kahretsin! Diye söylenip dolabın kapağını hızlıca kapattım. Zengin olup yoksul bir hayat sürmek cidden zordu!
Kendi kendime küfür ederken kapının çaldığını fark ettim.
-Evet?
-Kızım dedi. Tombul Yanaklı hatunum. Böyle güzel hitap edince siz anladınız tabi ki kim olduğunu.
-sevgilim! Diyerek sevinç çığlığı attım ve yataktan fırlayıp boynuna sıska kollarımı doladım.
- ne oluyor yahu? Dedi songul teyze gülerek.
-"birşey olduğu yok hatunumu özledim sadece."diye cevap verdim hemen.
-" bu şık eteğinin üzerine bu çirkin t-shirti giymeyi düşünmüyorsun herhalde." Dedi ve "üstüne giyecek birşey bulamadım." Dedim
Gülümsedi ve dolabıma doğru elini uzattı. Sanki o uzattığı eliyle koymuş gibi kırmızı bir kazak çıkardı. Harika görünüyordu. Sanırım kazağa aşık olmuştum. Keşke onu bir insan haline getirebilseydik, kesinlikle onunla evlenebilirdim.
"Bak burda ne vaar?" Dedi gülerek.
"İnanmıyorum! Bu harika şey benim mi yoksa!?" Diye bağırdım.
"1haftadır dolabinda Ala. Sana aldım, dolabını sabahtan sabaha açtığın ve düzenli biri olmadığın için farkedememişsin." Dedi
"Ciddisin sen!" Dedim ve tekrar onu boğacak gibi sarıldım.
"Hadi giyde nasıl duracak üzerinde göreyim." Dedi ve ben tabiki çoktan kazağı üzerine çekmiştim.
"Nasılım ama?" Dedim kazağa behlül behlül bakarak.
"Fıstık gibisin" dedi ve kahkaha attı. Böyle güzel gülmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Hazırım" dedim ve etrafımda dört döndüm.
"Ala, bari bir ruj sür kızım." Dedi Songul teyze.
"Biliyorsun, makyaj yapmaktan nefret ediyorum, kendimi boyalı bebek gibi hissediyorum." Dedim ve "benim için? Bugunluk? Kazağın hatırına be kızım!" Diye rica edince kabul etmek zorunda kaldım. Kırmızı ruju dolgun dudaklarıma sürdüm ve songul teyzeye döndüm. Bu bakışı tanıyordum. "Tatmin oldum artık gidebilirsin." Bakışıydı bu.
"Çıkıyorum" diyip alnından öptüm. O da karşılık olarak sadece gülümsedi. Annemin yanına gitmek istemiyordum. Ilk defa. Ağlamak istemiyordum. Hele biyolojik babamla karşılaşmak hiç istemiyordum. Derken o ses kulağımda çınladı. Ölümdü.
"Bu kılıkla nereye?"
"Bak seni ilgilendirmez tamam mı? Beni rahat bırak."
"Uzun zamandır dayak yemiyorsun, biliyor musun? Ala bu yüzden kendimden nefret ediyorum."
Beni tehdit ediyordu. Altta kalmayacaktım. Her seferinde bu iğrenç laflarına karşılık veriyordum. Yine verecektim. Her zaman verecektim. fakat bu gerçeği şu boktan beyni bir türlü algılayamıyordu.
"Uzun zamandır susuyorum. Nasıl bir pislik olduğunu bildiğim halde uzun zamandır susuyorum ve insanların seni iyi bir bok olarak tanımasına izin veriyorum. Biliyor musun? Bunun için kendimden nefret ediyorum." Dedim donup kaldı. Beklemiyordu. Madem beni bu savaşa dahil etmek istiyordu, O zaman bende silahımı çekmek zorundaydım. Birşey demeden evden çıktım. Ayağımda hiçbir zaman sevemediğim siyah sandeletlerim vardı ve bu ayakkabı cidden rahatsız ediyordu. Üstelik ayağıma da vuruyordu. Ayakkabının arkasına bir peçete ya da pamuk sıkıştırsam ne komik olurdu ama. Tam bir ucube.
Sonunda iş yerimin önüne gelmiştim. Garip hissediyordum. Güzel hissediyordum. Rüzgar beni böyle görünce belki hoşlanacaktı ya da etkilenecekti. Ah neden bu kadar çok kafama takıyordum ki?
Artık binaya girmenin iyi bir fikir olduğunu düşünerek binaya girdim. Nerdeyse ilk defa böyle giyinmiştim ve sanki herkes bana bakıyordu.her zaman rahat kıyafetler tercihimdi. Yani sıradan. Fakat şuan üzerimde "ben buradayım" diye bağıran mini etek ve uzun bacak vardı ah kırmızı kazak dan bahsetmiyordum bile, rengi acayip göz alıcıydı. Bakışlardan rahatsız olduğumu belli etmemeye çalışarak asansörün önünde durdum. 67. Kata merdivenle çıkamazdım herhalde. Bu akıl işi olmazdı. Hadi ama bugün neden bu kadar yavaştı bu asansör? Hah sonunda.
İçeride tahminimce 10 kişi felan vardı ve tabiki rüzgar yoktu. Öyle bir yakışıklılığı farketmemek neredeyse imkansızdı. Bitmek bilmeyen asansör klişemiz sonunda bitmişti, ve nihayet durmuştu. Sümsük kızın orada olmaması için içimden binlerce kez dua ettim. Uyuzun uyuzu olduğum bir tipti ve rüzgara iş koyuyordu. Yani yavşıyordu. Rüzgara her baktığında onu öldürmek istiyordum. Dersini yüzüp üzerine turşu suyu dökmek gibi. Ya da tırnak Aralarına iğne batırıp acı çektimek. Bu kız o kadar uyuzdu ki tam 10 saniyede beni katil bile yapmıştı. Saçma sapan düşünceleri kafamdan atıp Adnan beyin odasına yöneldim. Ettiğim dualar lanet olsun ki boşa çıkmıştı. adı Yeşim olan, benim tabirim ile Sümsük kadın oracıkta oturmuş kahvesini yudumluyordu. Hah keyfe bak. "Hoşgeldiniz" dedi yan yan bana bakarak. Yılan gibiydi yılaan. Bir kere gözüme battı ya bu Sümsük? Canını yakmadan asla bırakamazdım. Cevap vermedim ve Adnan beyin kapısını çaldım.
"Girin lütfen." Demesi ile kapı kolunu çevirdim ve içeriye girdim. Şaşkın bir şekilde yüzüme baktı. Böyle giyinmem hoşuna gitmiş gibi sırıttı ve "şimdi asistanım olabilmişsin, artık bir ergen gibi değilde, hoş, aklı başında Olgun bir hanımefendi gibi olmuşsun." Dedi ve oturmamı işaret etti. Oturdum. Hala gülümsüyordu. Sadece bir asistandım. Neden benimle bu kadar yakından ilgileniyordu? Adnan bey sıradan biri asla değildi. O istanbulun ileri gelen zenginlerindendi ve gergin yüz hatları olmasına rağmen gülünce tarifi mükemmel yakışıklı ve çekici oluyordu. Böyle düşününce rüzgarın hiç gülmediğini de farketmiştim. Acaba gülünce nasıl oluyordu? Eminim mükemmelliğine mükemmellik katılıyordu. Onu gülerken görmek şuan istediğim tek şeydi. Fakat zor olacağını biliyordum, rüzgar garip bir tipti. Esrarengiz, gizemli ve sırlarla dolu. Kapalı bir kutu gibiydi adeta. Ve ben bu kutuyu bir şekilde açmayı başaracaktım. Kafaya takmıştım bir kere.
"Ala masanın üzerinde bazı dosyalar var. Onları incelemeni istiyorum. Ve biliyorsun burası sadece bir reklam şirketi değil. Önemli bir müesseseye sahibiz. Rüzgar, yani oğlum bir tasarımcı. Her ne kadar beğenilse ve çizdikleri Türkiye de duyulup ilgi görse de senin de görmeni istiyorum. Zeki bir kızsın ayrıca da cesur. Belki kötü bulursun rüzgara söylemek istersin değil mi? Yalnız rüzgar kötü eleştiriyi açık bir insan da değildir. Sadece... Düşüncelerini merak ediyorum." Dedi ve iç çekti. Ne yapmaya çalışıyordu? Tamam cesurdum. Zekiydim de. Fakat rüzgara olumsuz yorum yapacak kadar da canına susamış değildim. "Deli cesareti" kavramını tabiki rüzgara karşı kullanmaya niyetim yoktu.
"Tabiki" demek ile yetindim ve masama koyuldum. Dosyayı açmam ile kapağında yazan "Rüzgarımsı" isime gözlerim takılmam bir olmuştu. Ilgimi çekmişti. Harika bir el ile yazılmıştı ve kusursuzdu. Daha kapağında böyle etkilendiysem kim bilir içindekiler bana ne yapacaktı. Sayfaları çevirdim, ve sadece bakınmaya gayret ettim. Ayrıntıya girmek istemiyordum. Fakat bir çizim dikkatimi çekmişti. Bu bambaşka birşeydi. Ayakkabı ya da kıyafet değil. Bu bir kadın resmiydi. Gözleri mavi bir kadın. Çizim mi çok güzeldi, yoksa kadın çok mu harikaydi bilmiyorum ama Rüzgar buna bakmamı şiddetle istemeyecekti bundan emindim. Tam dosyayı kapatacakken altında bir tarih gördüm. Hemen kağıdın sağ tarafında. 11.04.1999 yazıyordu. Kafama bu tarihi kazıyarak dosyayı kapattım. Adice birşey yaptım tamam ama merakıma yenik düşmüştüm işte. Derken dışarda biri bağırıp çağırıyordu. Ürktüm diyebilirim . Adnan bey ile göz göze geldim. Adnan bey birşey söylemeye kalmadan yerinden hızlıca kalktı. Tabiki bende.
"O dosyayı bulun ! Lanet olsun ! Bulamazsanız yemin ederim ki hepinizi işten kovarım ! " diye bağıran bir rüzgar ile karşılaştığıma inanamıyordum. Kaşları çatıktı ve gözleri sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Efendim özür dileriz ama buraya öyle bir dosya gelmedi" dedi Yeşim titreyerek.
"Ah delireceğim! Nereye gider nereyeee!" Diye bağırmaya devam ediyordu. Çıldırmış gibiydi ve bir Allah'ın kulu bu çıldırmış adama su getirmiyordu. Onları da anlıyordum. It gibi korkuyorlardı. Holdingin çay bahçesine koşarak gittim ve soğuk bir su kapıp döndüm. Tek bir sorun vardı. Bende korkuyordum. Ya ters birşey yaparsa? Sinirliydi sonuçta. Cesaretimi toplayıp suyu bağırıp çağırıp ve Aslan gibi kükreyen Rüzgara uzattım. Yüzüne bakmamaya gayret ediyordum. Nefret dolu gözler görmek istemiyordum. Elimdeki suyu alıp yere fırlattı ve
"Sen benimle dalga mı geciyorsun? Ölmek mi istiyorsun !!" Diye bağırdı. Ağzım açık kalmıştı ve şuan kuşkusuz yapmak istediğim tek şey o biçimli güzel burnunun ortasına yumruk atıp, estetik yaptırmak zorunda bırakmaktı fakat bu rüzgar olunca yemiyordu tabi.
"Ben sadece... Yardım etmek.."
Gözlerini gözlerime dikti. Dudakları ile dudaklarımın arasında sadece 1 santim vardı. Lanet olsun. Kalbim duracak gibiydi. O kadar hızlı atıyordu ki biran kalbimi yerinden söküp atmak istedim. Bu kadar hızlı atan bir kalbe ihtiyacım yoktu. Zaten ölsem daha iyiydi. Ki o güzel gözleriyle biraz daha bana bakar, ve o ince dudaklarını biraz daha dudaklarıma yakınlaştırırsa zaten öleceğimi biliyordum.
"Bul o dosyayı." Dedi ve geri çekildi. Tanrım nefes alabildiğimi hissediyordum. Nefesim göğüs kafesime dar gelmişti. Bu duygu da neydi böyle? Ayaklarım neden titriyordu ve neden bu kadar yakınlaşmamız beni öldürecek kadar heyecanlandırmıştı? Asla yapmam dediğim şeyi mi yapıyordum ben? Lanet olsun, aşık mi oluyordum!Multimedia ; Ala ve Rüzgar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGARIMSI
RandomEbeveynleri tarafından tamamen ilgisiz bırakılan, alkolik babasından sürekli şiddet gören ve gördügü bu şiddet yüzünden duygusuz bir kişilik oluşturan Ala ; çareyi evden kaçmakta bulur fakat tek sorun yatağa mahkum annesidir.