Eli ile kaldırdığı elbiseye baktım. Lacivert, askısız dar mini bir elbiseydi. Gerçi elbise denilirse. Mutlu olmuştum bedeninin olmamasına fakat yüzünde ki ifadeyi görünce içim acımıştı.
Fakat bilmiyordu ki çuval giyse yakışırdı. O benimdi. O benim güzelimdi. Ve bu elbiseyi giyerse benim dışımda birisi daha ona bakabilirdi. O yüzdende mutluydum ama o üzgündü.
O üzgün ise ben bin kat daha üzgündüm.
Kapının önüne poşeti bıraktıktan sonra zile basıp uzaklaştım hemen. Çalılıkların arkasına girdiktek sonra izlemeye başladım. Kapı bir dakika gibi bir süre sonra çılmıştı ve o kaşları çatık etrafına bakıyordu. Daha sonra yere bırakılan poşeti görmesi ile kaşlarını kaldırması bir olmuştu. Yere eğilip poşetin içine bakınca uğruna üzüldüğü elbiseyi de görmeyi ummamış olmalıydı. Eli ağzına gidince hafifçe gülümsemişti. Daha sonra bir şok dalgası geçirmişti yüzünü. Sonra kaşlarını çatmış yeniden etrafına bakınmış en son poşeti içeri alıp kapısını kapatmıştı.
Hayat yaşamaya değer miydi?
En sonunda ihanete uğrayacağınızı bile bile sürdürmeye çalıştığınız bir ilişniden farkı yoktu bu hayatın. En sonunda hepimiz ölücektik.
Hayat yaşamaya değer miydi?
Onca kalp kırıklığına rağmen yaşıyorduk. Bu da aptallık değil miydi peki? Öyle miydi sahi?
Hayat yaşamaya değer miydi?
Onca insana hayatının sonuna kadar onu destekleyecek mükemmel aile düşerken sana kötü bir aile düşüyorsa bile yaşamaya değer miydi? Eğer hayatın bu ise tabiki de değerdi. Ailen sana her gün dikkat et diyorsa, en az bir öğün yemeğini hazırlıyorsa, beraber vakit geçirmeniz için işinden vakit ayırıyorsa, üzülmeyin diye size o elbiseyi alıyorsa, her gün size destek çıkıyorsa, tabiki de değerdi.
Ama her hayatın bir sonu olucaktı.
Ya kendin getirecektin ya da Allah kaderini yaşatacaktı. Hayır. Bu da yanlış bir düşünceydi aslında. Senin kendini öldürmen bile aslında Allah tarafından kaderine yazılmıştı. Sen sadece elinin hakimiyeti sen de sanıyordun o kadar. Acısını tatmadığın duygular olucaktı. Yaşadıkça neden ben? Diyecektin. Ama boşuna. O senin peşinde ise zaten iş işten geçmişti.Yarım saattir önümde ki poşete bakıyor, birisinin beni arayıp şaka demesini bekliyordum. Fakat birisinin araması yerine ben rehberimde ki herkesin numarasını aramış sen mi gönderdin diye sormuştum. Telefon ekranımın parlaması ile dikkatimi poşetin üzerinden çekmiştim. Beyza bir mesaj göndermişti. Mesaja iki kere tıklayıp okuduğumda derin bir iç çekmiştim.
Beyza- Kanka hikayede sordum bir baksana güzel çıkmış mıyım?
Gözlerimi devirip sosyal medya uygulaması olan Your'e* girdiğimde Beyza'nın hikayesine tıkladım.
"Evet arkadaşlar iyi akşamlar! Nasılsınız? Ben iyiyim şahsen! Fakat aklımda bir soru var. Az önce birisi benim en yakın arkadaşımın yani Eflal'in kapısının önüne onun bugün mağazada beğendiği fakat bedeni kalmadığı için alamadığı bir poşeti koyup zili çalmış ve gitmiş. Kim yaptı bunu? Kimin yaptığını bilen varda dm gelin lütfen." Saçlarını ensesinde toplamış yaptığı konuşmayı gülerek dinlemiştim. Her şeyi hikayesinde paylaşıyordu ve bu onu mutlu ediyordu. Ünlü olma gibi bir derdi yoktu aslında; maçı kazandığımız zaman karşı rakip okul kıskansın diye, yeni bir şey aldığında linki soulsun diye, aklında soru kaldığında cevaplansın diye çekip atıyordu bu hikayeleri. Açıkçası izlemekte eğlenciydi.