Genç kadın, ellerindeki kanın kemanına bulaşmasını umursamadan gözlerini kapattı. Kemandan çıkan melodinin bile işe yaramayacağı kadar çok acı çekiyordu.
Sona yaklaşmıştı.
Daha fazla dayanamayarak, elindeki kemanı yavaşça yere bıraktı. O'ndan, genç kadına kalmış olan tek güzel mirastı. Dakikalar önce sebep olduğu dağınıklığı ve ayaklarına batan cam parçalarını hiç düşünmeden, ağır adımlarla dışarı çıktı.
Artan baş ağrısı, kafasının içindeki seslerle birlikte onu daha da zorluyordu. Gecenin ayazını umursamadan, çıplak ayaklarıyla şehire giden yolda yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu; tek isteği, annesini bulmaktı.
Oysa annesini, evin arkasında, kiraz ağaçlarının yanına gömmüştü. Hızlı ve acısız ölümü temsil eden kiraz ağaçlarının yanında. Gerçekten acısız mıydı ölümü? Boğularak mı ölmüştü, yoksa boynu mu kırılmıştı? O zamanlar bunu sorgulayamayacak kadar küçüktü, şimdi ise öldüğünü bile anlayamayacak kadar hasta.
O günden beridir uzatmadığı saçlarının önüne düşmesini umursamadı. Uçuruma ulaştığında kenara yaklaştı.
Gözlerini görünen ufak evlere gezdirdiğinde onlardan farklı olduğunu bir kez daha anladı. Onlar hayatlarını belki de saniyeler sonra kaybedecekleri şeylere adayıp aslında ulaşabilecekleri gökyüzünü duvarlarla kapatmışlardı. Sadece soğuk uğruna yıldızlardan uzaklaşmışlardı. Genç kadın ise bunu kendi isteğiyle yapmıyordu. O evden ayrılamazdı. Eğer ayrılırsa olacakları çok kötü bir şekilde öğrenmişti.
Zihnindeki savaş devam ederken bacaklarını uçurumdan aşağı sarkıttı.
Bu savaşın yıllardır sürdüğünü ve artık kaybetmeye çok yaklaştığını hissediyordu. Yakında annesiyle aynı sonu paylaşacağını biliyordu; sesleri susturmanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Ya da sadece öyle sanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başka
Short StoryÖlümün ne olduğunu hayat onlara yıllardır soruyor, her geçen gün sorunun farklı bir cevabını öğrenmesini sağlıyordu. Ölüm; bir kitaba sığamayacak kadar dolu ve bir cümleyle noktalanabilecek kadar boştu. Önemli olan ölümden öncekiydi. Yaşam, ölümün...