Aşka?

50 30 3
                                    

Ertesi sabah eski ve gıcırtılı yatağımdan erkenden kalktım. Perdemi açtım ve henüz yeni doğmakta olan, sarıyla turuncunun mükemmel birleşiminden oluşan güneşin yüzümü aydınlatmasına izin verdim. Düne nazaran bugün hava güneşliydi ve güneş içimi ısıtıyordu. Dün yapan yaz yağmuru da içimi ısıtan havaya sular serperek serinlememe neden olmuştu. Sanki dünden bugüne bütün haftanın yorgunluğunu atmıştım. Bu da beni mutlu kılıyordu. Bugün yıllar sonra tekrar mutluydum. En son ailemle mutluydum ben. En son onlarla aynı havayı soluyorken mutluydum. Ama bu sefer mutlu olmamın sebebi yoktu. Neden mutlu olduğumu bilmiyordum. Ama her şeyin bir sebebi olması gerekmezdi değil mi? Öyle ki şuan da nedensiz bir kıvanç içindeydim. Mutluluk paha biçilemez bir duyguydu. İnsanların paradan daha önce istemeleri gereken bir şeydi.
Yüzümdeki gülümseye engel olamıyordum. Yatağımı toplamak için yatağa doğru ilerledim. İşim bitince de mutfağa gidip kendime güzel ve lezzetli bir omlet yaptım. Çayımı da demleyip fincanıma doldurduktan sonra bir dilim ekmek kesip masama koydum ve tıka basa doyup hazırladıklarımın hepsini bitirene kadar kahvaltı ettim. Kendime bir fincan daha çay koyup bulaşıklarımı makineye yerleştirdim.
Bugün pazardı. İzin günümdü. Ve haftada sadece bir gün olan izin günümün tamamını Çınar'la geçirmeye hazırdım.
Saate baktım, daha çok erkendi. Elime çayımı alıp televizyonun karşısına geçtim. Tam bu saatlerde en sevdiğim dizinin tekrarı vardı. Oturup nefes bile almadan diziyi izledim. Dizi bittiğinde saate bakmak yeni aklıma gelmişti. Buluşma saatine az bir zaman kalmıştı. Hemen kalkıp odama gittim. Kahverengi tahta dolabımı açarak üstünde pembe ve turuncu çiçekleri olan lacivert salaş elbisemi giydim. Gümüş bir bileklik takıp ayağıma ten rengi sandaletlerimi giydim. Dolabımı biraz karıştırarak lacivert sade çantamı bulup içine cüzdanımı ve telefonumu koydum. Çantamı boynuma asarak kapıya doğru ilerledim. Kapının sol tarafında kalan anahtar askılığından anahtarımı alıp parmağıma geçirdim. Yavaşça kapıyı açarak sıcak havanın içeri hücum etmesine izin verdim. Dışarıya çıkarak derin bir nefes aldım ve kapıyı arkamdan kilitledikten sonra anahtarımı da çantama attım. Taştan yapılmış dar merdivenlerden inerek kaldırıma yaklaştım. Biraz bekledikten sonra Çınar'ın beyaz arabası görüş alanıma girdi. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlarken yüzümde sıcacık ve içten bir gülümseme oluştu.
Araba tam önümde dururken Çınar arabadan indi ve yanıma gelerek kapımı açtı. Gülümsememi daha da büyütüp teşekkür ettim ve arabaya bindim. Çınar da yerini alınca arabayı çalıştırdı ve ilerlemeye başladı. Esmer teniyle çok uyumlu, beyaz, üzerinde lacivert renkte çizgileri olan bir tişört giyinmişti Çınar. Altına da lacivert bir pantolon giymişti.
"Laciverti seviyorsun sanırım."
Çınar'ın sesiyle birden irkildim. Onu incelediğimi fark etmiş olmalıydı.
"Evet çok severim laciverti. Üstümden de anlaşılıyor sanırım." dedim dikiz aynasından gözlerine bakarak. Hafifçe gülümsedi.
"Evet. Bana da yakışmış o zaman o kadar incelediğine göre." dedi yine gözlerime bakıp gülümseyerek. Utancımdan başımı öne eğdim ve gülüşümü hafifçe genişlettim.
"Utanınca yanakların çok tatlı oluyor." sözünün üzerine artık heyecandan karnımda kelebekler kanatlanmaya başladı. Tekrar başımı öne eğip "Teşekkür ederim." dedim.
"Valla bence teşekkür edecek bir şey yok. Çünkü güzel olduğun bir gerçek. Ve utanınca daha da güzel olduğun ayrı bir gerçek." Bu sözlerin üzerine artık gerçekten mahcup olmuştum. Daha fazla uzatmaması için yüzüne karşı gülümseyerek pencereden dışarı bakmaya başladım. Yol boyunca hiç konuşmadık. Kafenin önünde durduk. Tam kapıyı açıyordum ki "Dur "sesiyle irkildim. Ne oldu diye sormaya kalmadan hemen kapıdan çıktı ve koşarak benim kapımı açtı.
"Ne gerek vardı böyle yapmaya? Ben kendim açabilirdim." dediğimde gözlerime bakarak:
"Sen tabiki açabilirdin. Ama ben senin yorulmanı istemedim." dedi.
Yine Çınar'ın bu romantik sözleri karşısında mahcuplaşırken eliyle yürümemi işaret etti. Kafenin içerisine girdiğimizde göl manzarasını seyredebileceğimiz bir yere geçtik. Karşılıklı bakışırken garson elinde menülerle geldi. "Ne içmek istersin? Tatlı da yemek ister misin? İstersen puding yiyebiliriz veya sütlaç ya da kazandibi de olur. Yaş pastayı seviyorsan onu da sipariş edebiliriz. Dondurma ister misin peki? Buranı-" devam etmesine izin vermeden konuştum.
"Şşt! Sakin ol lütfen. Ben sadece kahve alayım."
"Sadece kahveyle bırakmam. Bari bir kazandibi yeseydin." Bu sözleri o kadar masum söylemişti ki kıramamıştım.
"Tamam o zaman. Sanırım böyle tatlı bir beyefendiyi kırmak mümkün değil."
"O zaman biz iki kazandibi alalım."
"Peki efendim hemen getiriyorum."
Garson gittikten sonra biraz sessizlik oluştu. Çınar'a baktım. Gölü izliyordu. Yan profilden o kadar mükemmel gözüküyordu ki uzun bir süre gözlerimi ondan ayıramadım. Hatta o baktığımı farkedip bana döndüğünde bile hala ona bakıyordum.
"Bir sorun mu var?" dedi nazikçe.
"Yok. Kesinlikle yok." dedim panikleyerek." Ben sadece bakıyordum." diyebildim. Güldü. Kendimi bir aptal gibi hissettim. Ama onu görünce dilim bedenimden ayrılıp kendi başına işliyordu. Sonra o da bana bakmaya başladı. Tebessüm ettim.
"Bir sorun mu var?" dedim kıkırdayarak.
"Düşsem beni tutar mısın?" dedi. Sersemledim. Ne demek istiyordu anlamadım.
" Nasıl yani? Nerden? Neye?" gibi saçma sapan sözcükler döküldü ağzımdan. Bana büyülenmiş gibi bakıyordu.
"Aşka?" dedi.
------
Merhaba sevgili okuyucularımız! İşte yeni bölüm! Sizi biraz beklettik ama yolunda olmayan işlerimiz vardı. Teker teker düzeltmeye çalışıyoruz. Bundan sonra bölümler düzenli bir şekilde gelecek! Söz veriyoruz . Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin! Sizi seviyoruz!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 23, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Çınar Yaprağı #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin