İçimde bir şey koptuğunu hissetmiştim. Hayattan soyutlanmış, ruhumun bedenimden ayrıldığını düşünmüştüm.
Gözüm, kardeş dediğim insandan ayrılmıyordu. Sessizlikle birlikte siyaha bürünmüş, içimdeki çığlıkları tekrar duymaya başlamıştım.
Kulağıma gelen her çığlıkta yutkunuyor, bu kadar aciz olmanın verdiği hisle yüzümü eğiyordum.
Kıvırcık saçlı adam, beni gülerek izliyordu.
Başımı tekrar kaldırdığımda bu sefer net bir sesle konuşmuştum.
"Elimi nasıl keseceksin?"
Elim umrumda değildi; kardeş dediğim insanı gözlerimin önünde kaybedemezdim.
O uzun boyuyla ayağa kalktığında titremeye başlamıştım. Vücudum zangır zangır titriyor, ne yapacağımı bilemez halde gözlerim bir o yana bir bu yana hareket ediyordu.
"Testereyi getirin."
Gözlerimi kapatıp dudaklarımı dişlediğimde derin bir nefes aldım.
Kardeşim için yapacaktım. Onun canı için bunu göze alacaktım.
Elektrikli testerenin sesini duyduğumda güçlü bir çığlık attım ve ağlamaya başladım. Bileklerimi saran demirin soğukluğunu bile hissedemiyordum.
Nefret dolu gözlerle karşımdaki adama baktım, o da Yunus’u tutan adama döndü.
"Onu götürün."
"Hayır!"
En net sesimle konuştuğumda adam dalga geçer gibi beni süzmüştü.
Sahi, ne hakla bağırıyordum ki? Kendimi bile kurtaracak gücüm yokken arkadaşımı nasıl koruyacaktım?
İri elleri çenemi kavradığında geri çekilmeye çalıştım. Gözlerim çalışan testereye kaydığında yutkundum.
Biraz sonra testerenin üzeri benim kanımla boyanacaktı. Bunu bile bile hiçbir şey yapamamak delirtiyordu.
Kafamdaki sesler tekrar gelmeye başladığında göz bebeklerim titredi. Nefes alışlarım hızlanıyor, kafamdaki seslerden başka bir şey duyamıyordum.
Gözlerim sabit bir yere kilitlenmişti ve hareket edemiyordum. Vücudum emirlerime karşı geliyordu; sanki kendi kendini yönetiyordu.
Gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Kayıp giden çocukluğum gibi kayıp gitmişlerdi yanaklarımdan.
Bağırmak istiyordum, karşımdaki adama delicesine bağırmak, neden geçmişimi hatırlattığını sormak istiyordum.
Odada kimse kalmadığında testere sesi kesildi. Buna rağmen vücudum kilitlenmişti ve karşımdaki adama karşı kendimi savunacak bir güç bulamıyordum.
Yanaklarımda dolaşan eller nefeslerimi hızlandırdı, yutkunamıyordum bile. Karşımdaki kıvırcık saçlı adamın soğuk teni bile onu ürkütücü yapıyordu.
"Sınavı geçtin Aktürkoğlu. Sevdiklerin için kendini feda edeceğini biliyordum. Onlara ihanet etmeyeceğini de biliyordum. Ağlama, her zerrene gelecek zarar için tüm dünyayı yakarım."
Kaşlarım çatıldı ve karşımdaki adamın güler yüzüne baktım.
Çok güzel gülüyordu. Dışarıdan sanki bir melek gibiydi.
Öyle miydi? Değildi. Kendisinin içinde bir canavar yatıyordu. İnsanların ellerine kanı bulaşmış bir canavar.
Acı çekercesine bir ses çıkardım. Bileklerime dolanan demirler çözüldüğünde kendimi yere attım.
Krizlerim artıyordu, yine geçmişteki gibiydim.
O, geçmişimdeki katilin aynısıydı. Ruhuma zarar veriyor, nefesimi kesiyordu.
Sırt üstü uzanıp nefes almaya çalışırken bacaklarımın uyuştuğunu hissettim. Kalkacak gücü bulduğumda geriye doğru gitmiştim.
Bana yaklaşmaya çalışıyordu. Yaklaşmaması için elimden geleni yapacaktım.
Elini kaldırdığında kollarımı kendime siper ettim. Korkuyordum, deli gibi korkuyordum ondan. Ne yapacağını bilememek beni korkutuyordu.
Yaşayacak mıyım yoksa ölecek miyim, bu düşünce korkutuyordu beni.
Aynı şeylerin beynimde dolaşması ise işkence gibiydi.
"Kesmeyecek misin elimi?" Sessiz ve cılız sesim odada yankılandığında kafasını olumsuz bir şekilde salladı. Gözlerim koltuğun yanında duran testereye kaydı ve parmaklarımı kıracak kadar sıktım.
"Onu kendinden uzaklaştır, sana güvenmiyorum."
Gözlerim dolu dolu ona baktığımda yutkunduğunu gördüm. Gözleri hüzünle dolmuştu, dolgun dudakları ise üzüntüyle kavrulmaya başlamıştı.
Testereye yaklaştığı sırada onu durdurdum. Kendimden uzaklaştırıp geri geri adımlayarak testereyi kapıya doğru çektim.
Geri geri adımlarken bile gözlerim onu izliyordu. Yapacağı hareketlerin korkusuyla kendimi savunmak için böyle bir yola başvurmuştum.
Odanın bir köşesine kıvrılıp yere kapandım. Kulaklarımı kapatarak korkuyla karşımdaki uzun boylu adama baktım ve hızlı atan kalbimi durdurmaya çalıştım.
Yine ölmek istemiştim. Ölüm korkusu yaşamaktansa ölmeyi dilemiştim bir kez daha.
Hayat, yine geçmişi yaşatıyordu bana. Beynim yeniden oyun oynuyor, ölüm ise bedenimin yakınlarında dolaşıyordu.
"Ne istiyorsun benden?"
Çaresizce sordum. Çaresizdim. Elimden bir şey gelmiyordu. Aynı kelimeleri bin kez içimden geçiriyordum.
Döngünün içinde kaybolmuştum. Daha yeni beyazlığa kavuşmuş ruhum, eskiye dönüyordu.
Çocukluğuma, eskiye dönmek istemiyordum.
Derin bir nefes alıp karşımdaki adamdan cevap beklerken gözlerinden türlü türlü düşünceler geçtiğini fark ettim.
Düşünceliydi, omuzları stresten kasılmıştı.
O stresli olduğunda hep böyle yapardı.
Dudaklarını ıslatıp bana doğru eğildiğinde eliyle saçlarını karıştırdı.
Yine aynı hareketleri bir kez daha tekrarladı.
Simsiyah gözleri, benim bal rengi gözlerimle buluştuğunda ilk kez onun çaresiz sesini duydum.
"İçimdeki yaralı çocuğu iyileştirmeme yardım eder misin?"
___
Şimdiden iki takipçi kaybettim amk (üzdü)
Neyse, beklettiğim için özür dilerim. Her kitaba bölüm atmaya çalışacağım. Lütfen, sadece takipten çıkmayın...
İyi Okumalar Sevgili Dostum
-Lizzie
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moon skinned - AlKer
Fiksi Penggemar"Ay tenin ilgimi çekti, ona izler bırakmama izin ver."