2

1.2K 53 26
                                    



      Sükutunda bir sesi vardır... Onu duyacak yürek lazım. 

                       -Şems-i  Tebrizi-

                                 *

  Bu hayatın, birçok dönüm noktası vardı. Buna inanıyordu, ağır adımlarla ilerleyen minik kız çocuğu. Abisi inandırmıştı, bir şekilde. Elinden tutmuş ve sadece zamana bırakması gerektiğini fısıldamıştı yüreğine. Başka bir hayatta mutlu olacak, koşulsuz sevilecekti. Zihnindeki yaşına göre olgun düşünceleri ile birkaç adım ötedeki çocuklarla, oyun oynamayı denemek için saçlarını savurarak ilerledi. Daha önce denemiş ve kaba dille reddedilmişti. Ama tekrar denemekten zarar gelmezdi. Son bir şans daha, isteyecekti.

Attığı adımlar ile çakıl taşlarının çıkardığı seslerin eşliğinde, top ile oynayan çocukların oyun alanına girmişti. Kimisi oyuna devam ediyor, kimisi ise baştan aşağı süzüyordu onu. Sağ elini kaldırarak, onlara selam vermek adına usulca salladı. Bu çocukların hoşuna gitmemiş olacaktı ki, yüzleri ekşimişti. İçlerinden en uzun boya sahip esmer çocuk, ona doğru bir adım atarak " Seni oyuna dâhil edemeyiz," dediğinde yüzü düşüverdi. Havada kalan elini, yavaş yavaş indirdi. Dudağını buruşturmamak için çaba sarf etti. Gözleri nemlenmişti. İstenmiyordu. O, yine istenmeyendi.

"Neden kine?" diyerek gözünü kapayan kâküllerini, iteledi. " Ben tarttım. Üç kilo azalmışım. Artık yavaşlatmam ki. Lütfen beni de alın." Diye cümlesini bitirdiğinde, önündeki çocuk bir adım daha yaklaştı ona.

"Olmaz! Sen hala çok şişmansın." Dedi, yüksek bir sesle. İrkildi, şiddetli sesten. Gözlerini kırpıştırarak, nemli gözlerinden gelen yaşlara engel olmak istedi. " Oyunumuzu bozmadan çık git!" diyerek minik Gül'ü işaret parmağı ile iteledi. İtelenmesi ile afallayan minik kız, denge kurmakta zorlandı. Tutunacak bir yer bulamadığı için çakış taşlarına, düştü. Avuç içlerinde ve diz kapaklarında hissettiği acı ile gözlerini kapattı. Geçecekti acısı, gözünü kapadığında.

Gözünü açtığında, ellerini gözüne hizalayarak avuç içlerine batan çakıl taşları ve cam parçalarına baktı. Sesini çıkarmadan sadece gözyaşı döktü toprağa. Ellerini birbirine çırpacağı sırada yanına çöken beden ile elleri havada, başını hafifçe sola çevirdi, ıslak kirpikleriyle.

Kehribarlarına değen yeşiller ile aklına ilk gelen babasının üniforması oldu. Asker yeşiliydi, karşısındaki çocuğun gözleri... Üzerindeki siyah takım elbisesi ise bugünün özel olduğunun göstergesiydi. Doğru ya... Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramıydı. Minik kız, abisini görmediği zaman diliminde çocuk olduğunun farkında olmamıştı. Olmasına da müsaade edilmemişti ki...

Ellerine usulca dokunan kumral tenli çocuk, çatık kaşlarının altında bir liman misali yeşillerini saklamadan, canını yakan taşları tek tek ayıkladı. Cam parçalarını da nazikçe çıkartarak, ceketinin yaka cebinden çıkardığı mendil ile hafif de olsa kanayan sol elini sardı. Ardından hızla ayağa kalkarak, çevrelerinde çember oluşturan çocukları güzelce azarlayıp, kovdu. Hiç kimse sesini çıkartamadı ona. Gözleri daha da açıldı, miniğin. Tıp ki abisi gibiydi. Onu istemeyen çocukları, başlarını eğdirerek evlerine yollamıştı.

Kırpıştırdığı kirpiklerinde saklı kehribarları parlayarak, "Teşekkür ederim, abi." Diye tiz ve ince bir sesle konuşan minik kıza dönen bedeni ile tekrar eğildi toprağa. Diz kapaklarını çakıl taşlarına koyarak, minik kızın ellerinden tuttu. Usulca kaldırdı, oturduğu taşlardan. Minik kızın diz kapaklarını çırparken, beyaz elbisesinin açıkta bıraktığı bacakları batan çakıl taşları ile tahriş olmuştu. Bu görüntüye çatık olan kaşlarını, daha da çatarak içli bir nefes verdi.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin