Selam watty alemi, yazım hatalarım olabilir affedin.. Türkiyede yaşamıyorum, evde öğrendiğim kadar türkçeyle yazdım.
Lütfen oy vermeden ve yorum yapmadan geçmeyin. Umarım beraber büyürüz.
İyi okumalar :*_
Gök öyle bir hiddetle gürledi ki, cennette bi' meleğin ölümüne, cehennemde ise yeni bir şeytanın doğuşuna şahit olmuştu bütün şehir. Çakan şimşeklerin saniyelik aydınlattığı odamın içinde uyumaya çalışıyordum ama uyku şimşekle beraber iz bırakmadan gökyüzüne karışmıştı bile. Yatağımda doğruldum ve ayağa kalkmak için ayaklarımı yere değilde buzların üstüne bastırmıştım sanki. Parmak uçlarımdan yavaşça yukarıya doğru bütün bedenime yayılan soğuk, kanımın damarlarımdan binlerce şırınga yardımıyla çekilmesine sebep olmuş gibi bütün bedenim sızladı. Ayağa kalktığım anda, yarım açık pencereden içeri ulayan hayaletler gibi esen rüzgar, ıslakken daha koyu olan bal rengi saçlarımın diplerini sızlatırken, uçlarındaki damlalar sessiz çığlıklar atarak intihar ediyorlardı.
Karanlık odanın içine sızan loş ışığın geldiği yere doğru yürümeye başlamadan önce yatağımın dibinde biten küçük komidinin üstünde duran cep telefonumu elime aldım ve pencereye doğru ağır adımlarla ilerledim. Saate bakmak için elime aldığım telefonum, bana saatin sabah 04:30 olduğunu gösterdi ve geçmiş saatlerde gelen mesajları da aynı zamanda ısıtıp gözlerimin önüne serdi. Gözüm saçma sapan bildirimlerin arasında en yakın arkadaşım Mina'nın mesajında takılı kaldı. "Biletleri hallettim, yarın Kültürparkta bekliyor olacağım seni bebek ;)"
Okurken dudağımın yukarı doğru kıvrılmasına sebep olan mesaj, aynı zamanda midemi her bir taraftan çekiyorlarmış gibi hissettirirken yüzümdeki tebessüm bi anda silindi.
Penceremi sertçe kapatıp koyu renkte perdelerimi iki taraftan birbirine doğru çekerken odanın içi üstü toprakla örtülmüş bi tabuttan farksızdı. Olduğum yerde biraz bekledikten sonra gözlerim karanlığa alıştığı an kapının yolunu buldum. Evin geri kalanı, odama göre çok daha sıcaktı. Koridorda bi kaç saniye sıcağın bedenime bulaşmasına izin verdikten sonra banyonun kapısının kulpunu ince uzun parmaklarım, tıpkı bi yılan gibi sardı. Işığı açıp arkamda bıraktığım kapının kapanması için onu geriye doğru iteledikten sonra musluktan suyun akmasına izin verdim. Su hızlı bir şekilde lavabonun mermerine çarparken hafif eğilip buz gibi suyu avuçlarımın arasına alıp yüzüme çarpmamla bir oldu. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra elime bi tarak alıp birbirine sarmaşık gibi dolaşmış ıslak saçlarımı taradıktan sonra banyodan çıkıp mutfağa geçtim, bi bardak su içtikten sonra kendimi tekrar odama attım. Pijamalarımı çıkartıp üstüme boğazlı bej renginde kalın bi kazak geçirdim, altımada siyah dar paça bi pantolon giyindikten sonra pantolonumun paçalarının içinde kalacak şekilde uzun çoraplarımı ayağıma geçirdim. Ayağa kalkıp makyaj masamın sandalyesine oturduğumda, önümde duran aynadan kendime değilde sanki morgda yıkanmayı bekleyen bir ölüye bakıyormuş gibiydim. Elime kapatıcıyı alıp göz altlarımdaki mezar çukurlarını kapattım, ardından şeftali tonlarındaki allığımı bi fırça ile elmacık kemiklerimde dağıttım ve yüzüm artık biraz olsun canlanmıştı.
Telefonumu kahverengi büyük çantamın içine atıp tekrar koridora çıktığımda, portmanto da asılı olan siyah uzun paltomun sırayla iki tarafından kollarımı geçirdikten sonra postallarımı da ayağıma giyindim sonra kapının üstündeki anahtarlığımı çıkardım, kapının dışına çıktıktan sonra kapıyı kapatıp iki sefer kilitledim ve merdivenlerden aşağı indim.
Otoparka doğru ilerlerken uzaktan kumanda ile arabamı açtım. Sürücü koltuğuna oturduğum sıra çantamı yan tarafımdaki boş koltuğa koyup anahtarı takıp arabayı çalıştırdım. Motorun ısınmasını beklerken radyoyu açtım ve içinde varlığından emin olduğum, Mina ile sevdiğimiz şarkıları yüklediğimiz CD'nin, çalmasını istediğim parçanın numarasını bastım ve Murat Yılmazyıldırım'ın "Ben sana ölüyorum" parçası arabanın içini doldurdu. Saat daha yeni 06:00 olmuştu, yollar neredeyse boş denilebilecek kadar hızlı akıyordu trafik. Alsancak'a vardığımda boş bi park bulamayacağımı sanarken Cafemin yakınında bi park bulduğum anda eksik parçası tamamlanan bi yapboz gibi aracımı park etmiştim. Çantamı da alıp Cafeye doğru yürürken yan mekanların kapıları açık olmasada içerileri spot ışıklarla aydınlanmıştı, buda Personelin arka planda hazırlık yapmaya başladığının göstergesiydi. Bana ait olan Cafenin önüne geldiğimde kilidi açıp içeri girer girmez rüzgar sertçe arkamda kalan kapıyı benim kapatmama izin vermeden örtmüştü ve kapının üstünde asılı olan rüzgar çanları deli gibi uçuşmuştu.
Seri adımlarla tezgaha doğru yürüdüm, tezgahın arka tarafına geçip arka tarafdaki odaya girdim, çantamı dolabın içine bıraktıktan sonra paltomu çıkarıp askılığa astım ve üstüme cafenin logosu olan pudra pembesi önlüğü geçirdim. Neredeyse kurumuş ama dipleri hala nemli olan dalgalı kıvırcık saçlarımı bileğimdeki siyah toka ile dağınık bi topuz yapıp tekrar tezgahanın arkasına geçtim. Ellerimi yıkadıktan sonra dizlerimin üzerine çöktüm ve buzdolabında fırına ilave edilmeyi bekleyen kurabiye hamurlarının olduğu poşetleri çıkarım tezgahın üstüne koyarken dizimle dolabın kapağını kapattım. Fırından ikişer tane tepsiyi çıkardıktan sonra yeni fırın kâğıtlarıyla tepsilerin üzerini örttükten sonra bi elime eldiven giyip zaten yuvarlanmış kurabiye hamurlarını teker teker tepsiye yerleştirdim. Sonunda bi tepsiyi tamamıyla beyaz çikolatalı makadamiya fındıklı hamurlarla kaplamıştım. Diğer tepsinin üzerini de aynı şekilde çikolata damlacıkları olan kurabiye hamuru toplarıyla doldurduktan sonra iki tepsiyide fırına sürdüm ve derecelerini ayarladım. Kurabiyeler fırında pişerken bende sandalyeleri yere indirmiş, masaları silmiştim. Tam elimde bezle tezgaha doğru yol alırken kapının tok sesi duraksamama neden oldu, rüzgar sanki ölü bedenime bi ruh gibi sarıldı ve rüzgar çanları bunu bi düğünmüş gibi kutladılar. Arkamı döndüğüm de bana doğru yürüyen tanıdık yüzde yosun rengindeki gözlerde salıncak gibi asılı kaldı gözlerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Baldan akan kan
RomanceKalbini söküp atabilse, hiç tereddüt etmeden yapardı bunu. Ama kalbini söküp atsa neye yarardı ki? Böylelike onu unutabilir miydi? Asla. O, ruhuyla sevmişti onu. Kalp unutur, beyin unutur ama Ruh unutmazdı. En çokta unutamadığı için di kendine karş...