Bol yıldızlarla okumanız dileğiyle, yorumlarda buluşalım.
*
Ateşe verilmiş yer, ihtiyacı olanı bekliyor..."
Çok erkendi. Daha aydınlanmamış gök, ıssız sokaklar müsait değildi, bir bedeni kabul etmek için. Mardin'in kurak topraklarını beyaz örtüyle süsleyen karlar, biraz da olsa ürperticiliği içine çekercesine renklendiriyordu. Kuşların garip fısıltıları dışında, karanlıkta açılan kapı ıssız kasveti ansızın silip süpürdü. Genç bir delikanlı, kucağında minik bir kız çocuğu ile davetsiz karanlık göğe girdiler. Nemli kehribarlar, keskin acı kahveler; göğü yıkmaya yetmişti. Karlar arasında kucağında taşıdığı bedene rağmen tökezlemeden sağlam adımlar atan genç delikanlı, nereye gittiğini bile bilmiyordu.
İlerledi, ilerledi, ilerledi...
Karın her pürçüğünü ayrı bir özenle kapattığı kızılçamın altında adımlarını mıhladı. Ela gözlerini kucağında titrek nefesler veren göz ağrısına çevirdi; nefesi ürkek, teni kızarmış halde yaşama minik elleriyle tutunmuştu.
Gül'ün dikeni kendine batmıştı.
Yutkunarak karlar arasında bedenini sakladı. Kimse onu görmesin, kimse onu kırmasın, kimse onu ondan almasın istedi. Kayıp gitmesinden, korkuyordu. Yüzüne sinen korkak gölge, " Gülüm..." dediğinde gözlerinin önünde boğulan Gül'ün silueti, hıçkırmasına neden oldu. Bir Oğuz, o gün ilk defa askeri için değil, nefesi için ağladı. Ne diyecekti, minik kalbe; her zamanki gibi oyundu.
Kirpikleri ıslandı, genç delikanlının. "Gülen yüzünü soldurma, Gül bahçem. Sakladım, sardım seni." Dedi. Ama hala titriyordu, kucağında minicik kalan beden. Belli belirsiz mırıldanıyordu, sadece. Elleri ile çırpınarak çizdiği boynu kana bulanmış, özenle ördürdüğü saçları ilk defa dağılmıştı. Ne zaman saçlarını örse, sadece o zaman özenle bakardı. Dokundurtmazdı bile, Oğuz'a; saçlarını ören abisine...
Annesi her daim dile getirdiği gibi kızını darağacına asmaktan çekinmemişti.
Ya geç gelseydi? Aklında dönüp duran o cümleyi, kalbine yediremedi. Ama kardeşi yanındaydı. Usulca kardeşinin yüzüne gelen saçları geriye doğru salarak, boğazındaki kana bulanmış izlere dokunmak istedi. Cesaret edemedi. Kana karışmış izlerin, suçlusunu kendisi bildi. Ona yeni yara açmaktan korktu.
Düşündü. Düşündü. Düşündü. Gül'ün suçu zamansız doğması mıydı? Yoksa annesinin sevdiği adama kavuşmasına engel olması mıydı? Hiçbiri değildi, başlı başına Halit Alkan'a ihanet eden Sezen Alkan'ın suçuydu. Bu günden sonra asla aklına getirmeyecekti, bu kısa kelimeyi.
Sayıklayarak, uykuya dalan kardeşini uyandırmamaya özen göstererek acıyla çıktıkları bina, yine yolu oldu. Halit Alkan, Sezen Hanım'ı evlerinden götürmüş olmalıydı. Öyle umdu. Tekrar girdiği binada merdivenleri çıkarken, sık sık aralıklarla kardeşine bakıyordu. Üçüncü kata gelerek, ayakkabının içine sakladığı anahtar ile eğilerek zor da olsa kapıyı açtı.
İçeriye adımladığında, işittiği sesler ölüme yürümeye teşvik ediyordu. Aklından sildiği gerçek, babasının sırılsıklam âşık olduğuydu. Bu uğurda, oğlunu da kızını da harcayacak yüreğe sahipti, Halit Alkan.
Kardeşini kendi odasına götürerek, yatağa yatırdı. Kenarına yatak başlığına dayalı olan yastıkları dizdi. Çok dağınık yatardı, Gül'ü. Üzerini örterek, kapıyı kapattı. Sert adımlarla, salona adımladı. Kapadığı salon kapısı ile Sezen Hanım'ın ayakucuna kadar ilerledi. Gözlerinde görülen tek bir duygu vardı. Sezen Hanım bunu göremese de Halit Bey bu duyguyu birçok askerinin gözünde her saniye görürdü; saf kin vardı ela harelerinde...
![](https://img.wattpad.com/cover/376115736-288-k133799.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİNHAN
General Fiction"Bana bak! Benim askerimi tehdit edip, hiçbir şey olmamış gibi üste çıkma!" dediğinde kalın sesi bedenime hükmetmiş gibiydi. Tuhaftı ki bedenim sesine, beyaz bayrak sallamak için harekete geçmek üzereydi. Gerilen vücudum ile aniden aklıma gelenleri...