3.

14 7 3
                                    

"napıyosunuz? İçeri girin!"

____

Han jisung,

Sesin geldiği yöne başımı çevirdim. Ardından kızıl saçlarını görmem ile kim olduğunu anladım. Lee Minho. Hükmedebilen ejderha sürücüsüydü. Zaten saçlarıyla bile gücün rengini temsil ediyordu. Gözleri.. Kızılın en koyu tonlarını almış öylece bize bakıyordu. Ardından gözlerini bana çevirmesiyle donup kaldım.

Yavaş adımlar ile bize doğru geliyordu. Dur lan bana doğru geliyor! Sert yüzünü hiç bozmadan, öylece yani başıma geldi. Ardından tek kaşını kaldırdı ve sesini yükselterek bana hitaben konuştu.

"Kimsin sen? İzinsiz böyle bir yere gelmemen gerektiğini bilmiyor musun?"

Ah zaten havadaydım amın evladı. Arkadaşların çağırdı. Diyemedim tabi çünkü en güçlü ejderha sürücüsü karşımdaydı. Fakat tabiki kendimi ezdirmedim. Kibarca (!) konuştum.

"Pardon? Şu iki velet beni aşağı çağırdı yoksa ben sadece arkadaşımın yüzünü görüp gidicektim. Ayırca ne bağırıyorsun be sağır mı var karşında?"

Sanırım çok sert tepki vermiş olmalıyım - ki gözleri tekrardan kırmızının en koyu tonuna gelmişti. Ardından ejderhasına, komut verip bana doğru yürümesi sağladı.
Ve bilmediğim bir dil ile bir kaç cümle kurdu.

" Επικρατώ "

Ardından, bana doğru gelen ejderha ile affalandım. Çevreme baktığım da Felix'in ve diğer iki veletin bir şey yapamıyor olmasına şaşırdım.

Fakat daha çok şaşırdığım olay ise. Aniden ejderhamın kanatları altına girmem olmuştu. Neler olduğunu hala idrak edemiyordum. Ardından vücudumda hissettiğim değişik duygu ile affalandım. İlk karşılaşmamızdan daha farklı bir duyguydu bu.

İçimden gelen öfkeye hakim olamıyordum. Ejderham'ın öfkesi değildi. Saf benim öfkemdi.

Ejderham, Kanatlarını açması ile 3 çift göz öylece bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Ne olduğunu anlamak adına ejderhamın kuyruğunda bulunan bıçağı ile yansımama baktım. Tanrım... Cidden ben şuan böyle mi görünüyordum?

Saçlarımın, gözlerim mavinin en koyu tonlamasına sahip olmuştu. İlk görmediğim geceyle aynıydı fakat içimde hissettiğim güç oldukça küvetliydi.

En çok şaşırdığım durum ise gözümün, hemen altında olan şimşek işaretiydi. Şuan ne olduğunu hala idrak edememiştim. Ardından koşarak felix yanıma gelmiş, iki eliyle yanaklarımı avuçlamıştı.

"Ne yapıyorsun, felix?"

Beni duymamış gibi yaptı. Başımı, sağa sola kaydırarak dikkatlice yüzünü inceliyordu.

"Jisung... Tanrım cidden sen yoksa-"

Felix, sözünü bitirmeden Lee Minho yanımıza gelmiş felix'i itmişti. Ardından tek kaşını kaldırdı ve konuşmak için dudaklarını araladı.

"Hey! cadı mısın sen? Neden gücüm sende işe yaramıyor aptal çocuk!"

Yine başladı mesai. Hayır yani güçsüzüm demiyorda bir şeyler uyduruyor velet.

"Ne saçmalıyorsun Tanrı aşkına?"

Bir adım bana doğru geldi ardından yüzümün her ince detayını pür dikkat inceledi . Bu kadar yakın olmaya gerek mi vardı ki? Ah cidden..

"N-ne yapıyorsun?"

Al işte rezil olduk. Saygılar, tabutumu hazırlayın ben artık ölüyüm. Kekelemek ne be! Hayır yani korkmadım da sadece heyecanlandım.. Neyse ne.

Demolition/minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin