Mayıs aylarına girdik mi aklımıza ilk gelen şeylerden birisi; bizi yiyip bitiren, hocaların özenle seçip ayıkladığı zor sorulardan oluşmuş sınavlar olsa gerek. Sınav haftası denilince bile tüylerim ürperiyor. Tabiki sınıfça yaptığımız tek şey kopya çekmek. Hababam Sınıfı kadar olamasak da 11/C denilince bütün hocaların "Bize İllallah getirtti onlar..." diye yakınıp durdukları bir sınıftık.
Önümde yine bir sınav kadığı. Matematik bir de. Dua etmekten hatim indirmiş bile sayılabilirdim. Ama mantığımı kullanarak çözmek istedim soruları;ilki tamam,ikinci de,üçüncü de... Ve 40 dakikanın bittiği an,zil çaldı. Sanki yangından mal kaçırıyor gibiydi şu Şerife Hoca. "Ver kızım,bırak kalemini oğlum..." diye bir bağırışı vardı,okulun her katından hissedilirdi.
8.ders. Sonuncu dersimiz İnkılap Tarihi. Gülten hoca iyi bir kadın aslında seviyoruz onu,ama dersini.. Hepimize of çektiriyor. Biz sayısal bölümüz ve pragmatik olarak yaklaştığımız da hepimizin aklında "Tarih bizim ne işimize yarayacak ki "düşüncesi yatıyor. Bir de geçmiyor ya şu 40 dakika. Sanki 40 yıl mübarek. Eve gitsem de az twittera girebilsem. Kahvemi yapsam,alsam kitabımı,müzik dinlesem...
Ve son 10 saniye. Çantalar sıranın üzerinde bekliyor, geri sayım yapıyoruz. Ve kurtuluş! Çıkıyoruz okuldan. Ahh bu sıcaklarda hiç çekilmiyorsun be okul...
Kulaklığımı alıp kulağıma taktıktan sonra açtım Sagopa Kajmer'i. Sago,Sagola beni. Öyle kulağımda kulaklık yürüyorum. Mahalleye gelmeme az kaldı. Yürüye yürüye apartmanın önüne geliyorum. Pembe gibi çekirdek çitleyen teyzeler oturmuş yine dedikodu yapıyorlar. Acaba hangi masumu mahkum ettiler?
Eve geliyorum,üstümü değiştirip kendime kahve yapmak için mutfağa giriyorum. Kahvem mutlaka şekersiz olmalı,şekerli kahveyi sevmem.
Kahvemi yaptıktan sonra yarım bıraktığım Eroinle Dans adlı kitabımı okumaya başlıyorum. O sırada kapıyı alacaklı gibi birisi çalıyor. Kim olabilir ki üvey annem dışında? O kadından nefret ediyorum. Gerçi babamı da sevdiğim pek söylenemez ki...
Gönül cadısı yani üvey annem yine altın gününden geliyor. Yemiş içmiş oynamış şimdi de keyfinin üzerine keyif atmak için bana bulaşıyor. Bağırıyor çağırıyor... Umrumda bile değil açıkçası. Odama kilitliyorum kendimi ve huzura merhabaa.
Müziğin sesi son ses;Twitterda tweet atıp Whatsappta arkadaşlarımla konuşuyorum. Öyle derken de akşam oluyor zaten.
Günlüğü yazma vakti gelmiş. Ama şaşırıp kalıyorum. Bugün 7 Mayıs. Yarın benim doğum günüm! Bunu nasıl unutabilirim?
Yazmaya başlıyorum günlüğümü. Günlüğümde tabii şunu yaptım bunu yaptım yazmıyorum. Duygularımı aktarıyorum. Bir can yoldaşı,tam bir sırdaş gibi.
7 Mayıs 2015
Canım sırdaşım. Öncelikle bir kenarlarda unuttuğum doğum günümü bana hatırlattığın için teşekkür ederim.17 yaşına gireceğim ve haberim yok düşünsene. Ama hiç de büyümek istemiyorum ki. Büyüyüp de ne olacak ki? Masumluğum kaybolacak,içimdeki o herşeye meraklı olan çocuk ölecek,ve anneme olan hasretim daha da fazla olacak. En azından küçükken alfabeyi ilk öğrendimde "anne" yazabilmek için attığım heves kalmayacak içimde. M harfinden kırlangıçlar çizemeyeceğim,resimlerimde bacalardan yaz kış duman çıkmayacak. Ve üzüldüğüm tek şey silgimi kaybetmem olmayacak. Şimdi bakıyorum da;dertten dört köşeyim be. Hiç büyümeye gerek yok. Hep çocuk kalsak ya? Bir gün öncesinden yeni yaşıma diyeceğimse; bana mutluluğu öğretirmisin 17?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oysaki Hep Benimleymişsin
Non-Fiction17 yaşın aslında her bir saniyesinde farklı duyguları barındırabileceğini 17sine girmeyen bilemez... Kitapta Doğa adındaki bir kızın 17 yaşına girdiği andan itibaren hayatının baştan aşağı değişmesini anlatılıyor. Ve gerçek aşkı hep onun yanından ge...