Bölüm 2

17 4 5
                                    

Bölüm 2 - Katy

Gözlerimi beni sarsan biri yüzünden hiddetle açtım. Adam oldukça sinirli görünüyordu. Sahi ben neredeyim?
Uykum dağılmaya başladığında adamın bana neden söylendiğini anlamıştım. Gelmiştik!

Ağzımda bir özür geveleyip ayağa fırladım ve kafamı cama yapıştırdım. Ah hayalimdekinden bile daha güzel görünüyordu. Masmavi sularla çevrelenmiş küçücük bir ada!
Uzuuun bir gemi yolculuğunun ardından küçük bir uçakla yolculuk yapmanın verdiği etkiler vücuduma yansımış olacak ki bir anda sırtıma keskin bir ağrı girdi. Tatil yapmaya gelip 10 yıl yaşlanmış olarak döneceğime adım gibi emindim.
Bana hala söylenen adamı takip ettim. Sinirle bana bavulumu gösterdi. Diğer yolcular neredeydi acaba? Her neyse. Çok düşünmek yok Katy! Tatildeyiz!

Tüm kontrol işlemlerinden sonra minik havalimanından çıktım ve kapıların açılması ile görmeyi hiç beklemediğim bir şey gördüm. Burası bir köydü!
Ben bunca zahmete bir köye gelmek için mi katlanmıştım? Ayrıca tüm param da çöpe gitti. Güzel bir tatil beldesi beklerken bununla karşılaşmış olmam biraz can sıkıcı olmuştu.
Tabii ne bekliyordum ki mistik bir tatile başvuran bendim. Ah benim fazla akıllı kafam.

Kalacağım yerin neresi olduğunu aramaya bile ihtiyacım olmayabilirdi çünkü burada sadece 1 tane hotel adı altında minik kulübeler vardı, yani en azından yerli halka sorduğumda onlara oldukça lüks gelmiş olmalıydı ki hevesle bana gideceğim yönü göstermişlerdi ve beni tebrik etmişlerdi, ne için ettiklerini sormak bile istemiyorum. Benimle beraber gelen bir kaç insanı uzakta yürürken gördüğümde o tarafa doğru bavulumu savura savura koşmaya başladım.
Nefes nefese çift gruplarına yetiştiğimde herkes bana garip bir ifade ile bakıyordu ama çok üzerinde durmadım.
Küçük bir kulübenin önünde sıraya dizilmiş dururken etrafa göz gezdirdim. Başlangıçta önyargılı olduğum bir yer olduğu doğru fakat doğası inanılmaz güzeldi. Okyanusun kokusu burnuma doluyordu ve gözlerimi kapattığımda hafif esen rüzgar saçlarımı okşarken bir yandan da batmakta olan güneş kapalı gözlerimi yakıyordu. Daha nasıl anlatılır bilmiyorum ama, bu beni hayatta hissettirmişti. Huzurlu anımı bırakıp sırada ilerledim ve bir an önce odama gitmek için can atar bir şekilde bekledim.

Derme çatma bir kulübeden beklenebilecek tüm konforu sağlayan bir evim vardı artık. Gelecek 2 hafta boyunca buraya alışsam iyi ederim yoksa 10 yıl değil 40 yıl yaşlanmış olarak eve dönebilirim.
Tüm olumsuz düşüncelerimi ve biraz da küfürlerimi en derinlere atıp olaya olumlu yanlarından bakmaya çalıştım.

Bir yatağım var mıydı? Bir yer döşeğim vardı!

Bir tuvaletim var mıydı? Dışarıda küçük bir tahta kulübe içindeydi ama bir tuvaletim vardı!

Duş alabileceğim bir yer? Okyanustan başka bir seçeneğim yok gibi görünüyor.

Yemek? Dua ederek başlayabilirim.
Ardından balıkçılığı öğrenmeye başlamalıyım sanırım.
İçebileceğim bir su? Neyse ki düşünceli ev sahiplerimiz resepsiyondayken bize kuyudan su çekebileceğimizi söyledi.

Tamam, sakin ol. Hepsi düzelecek. Tatil her zaman konfor demek değildir değil mi?
En azından çok güzel bir manzaram var.
Kapımın olmadığını söylemiş miydim? Ah hayır mı? Kapım yok.
Bu yüzden bu güzel manzarayı görebiliyordum işte. KAPIM YOK.
Belki de gece açlıktan ölmeden önce biraz yüzsem iyi gelebilir.

⁃ bir kaç gün sonra -
Buraya zorla da olsa alışmaya başladım. Henüz görmeyi istediğim yakışıklı erkekleri göremedim ama sahilde dolaşırken gördüğüm yaşlı balıkçı amca benim şu günlerdeki tek dostum olmuştu.
Her sabah onunla balıkçılığa çıkıyordum, bir yardımım dokunmuyordu ama sohbet edip günümüzü geçiriyorduk. Kendisine minnettarım çünkü bana duş almam için minik bir duş inşa etti. Kendime ait, kapısı olan, ve tuzsuz suya sahip bir duşum vardı artık.
Yemek sorunumu da onun tuttuğu balıklarla halletmiştim.
Zavallı adam ve karısına kendimi zorla evlat edindirmiş gibi olmuştum.
Her ne kadar arkadaşlıklarına çok minnettar olsam da, yalnızlığın o acı tadı bir türlü geçmek bilmiyordu. Geldiğim bu tatilin beni iyileştirebileceğini düşünmüştüm fakat bana ne kadar yalnız olduğumu farklı şekillerde hatırlatıyordu. Özellikle her gece aktif bir şekilde büyük bir azimle bu adaya bir bebek getirmeye kararlı, çok çalışkan yan kulübede yaşayan çift. Kendileri bu adaya ne borçlu bilmiyorum fakat çok azimli olduklarını söyleyebilirim.
Bazı geceler gözüme uyku girmeyecek kadar aktifler hemde.
Her neyse...
Bu geceki ateş başı dedikodu etkinliğini kaçırmamak için aceleyle duş almalıyım.
Ada sakinleri her hafta pazar gecesi sahilde kocaman bir ateş yakıp değişik efsaneler, hikayeler anlatırlarmış. Benim kendimi zorla evlat edindirdiğim amcacığım ve tatlı mı tatlı karısı da orada olacaktı, onlar oradaysa ben de oradaydım tabii ki.
Hızla hazırlandım ve ateş başına geldim.

Zaman hızla aktı ve eğlenceli hikayelerin yerini gece sizi titretebilecek korku hikayeleri aldı.
Bir tane efsane özellikle ilgimi çekmişti.
Bir gün karısı çok hasta bir adam sahilde dolaşıyormuş. İçli içli ağlıyormuş, dualar ediyormuş karısının hastalığına bir çare olsun diye. Birden sular kendisini çekmiş ve bir mağara ortaya çıkmış. Mağaradan kan kırmızı dumanlar çıkıyormuş. Adam çok korkmuş ama bir içeriden bir ses ona gelmesini söylüyormuş. Adam kırmızı dumana doğru yürümüş ve bir daha da ondan bir haber alınamamış. Bu kırmızı duman yıllar geçtikçe ada sakinleri için uğursuzluk veya bir cevap anlamı taşımış. Aradığın cevap o mağarada, kırmızı dumanda gizlenirmiş.
Bu efsanede ilgimi çeken şey ne mağara ne uğursuzluk ne de adam veya karısıydı. İlgimi çeken şey bu kırmızı dumanı rüyamda görmüş olmamdı.
Tüylerim diken diken olmuşken herkese iyi geceler dileyip sahilde uzun bir yürüyüşe çıktım.
Ay ışığının altında, hala sıcak olan kumlara oturdum. Ayaklarımı kuma gömdüm. Etrafım sessizleşmişti, hafif dalgaların sesi dışında başka bir ses duyulmuyordu.
Bir kez daha ne kadar yalnız olduğumu hatırlattı bu bana. Gözümden akan bir damla yaşı engelleyemedim. Bir sonrakini de.
Sessizce ağlarken aklıma adamın ettiği dua geldi. Cevap istiyordu. Benim de istediğim cevaplar vardı. Mesela neden böyle bir sefil yalnızlığa mahkum olmuştum. Neden sevilmiyordum. Neden.
Sanki beni duymasını bekler gibi suya baktım. Salakça olduğunu biliyorum, ama bir an umut etmiştim.
Kendi kendime kendi salaklığıma gülerek ayağa kalktım. Ayaklarımı ılık okyanus suyuna soktum. Fısıltım gecenin sessizliğini dağıttı;
" lütfen, lütfen... bir işaret, herhangi bir işaret. Bu dünyaya ait miyim onu bile bilmiyorum..."

Kendi salaklığıma tekrar güldüm. Ben ne yapıyorum böyle. Gözyaşlarımı sildim ve son bir kez sudaki yansımama baktım. Dağılmıştım.
Yavaş yavaş geri yürümeye başlamıştım ki bir ses duydum. Bir fısıltı.
" Buraya..."
Çok uzaklardan geliyor gibiydi. Telaşla etrafıma baktım ama bir şey göremedim.
"Gel..."
Birisi mi boğuluyordu acaba? Suda bir hareketlenme göremiyorum.
Bir anda su ayaklarımın altından çekildi. Gerçekten çekildi.
Karşımda beliren karanlık mağara hareket dahi edemeyeceğim şekilde beni korkuttu.
Gözlerimi kapkaranlık mağaraya dikmiştim.
Herhangi bir hareketlenme görürsem hayatımda hiç koşmadığım kadar hızla oradan uzaklaşacaktım. Sadece biraz cesaret toplamaya ihtiyacım vardı.
Ben düşüncelerimde boğulmuşken mağaranın karanlığından sızıntı gibi akan kan kırmızısı dumanı gördüğümde nefes almayı bıraktım.

Yediğim bir şey dokunmuş olmalıydı ve ben şuan sahilde baygın bir şekilde yardım bekliyordum, evet. Mantıklı açıklaması bu olmalıydı. Besin zehirlenmesi sonucu gördüğüm tuhaf kabuslar.

Maalesef bu anın gerçekliğini dumanın ayaklarıma ulaşıp, beni resmen içine çekmeye başlamasıyla anladım. Çığlık atmama fırsat veremeden yukarıdan düşüyor hissi gibi bir his hissettim. Şu an neredeyim, ne oluyor bilmiyorum.
Gözlerimi açmaya çalıştım ama bu kırmızı dumanımsı şey gözlerimi yakıyordu.
Lanet olsun neler oluyor?
Yüksek bir yerden düştüm. Ama nasıl düştüm. Merdivenlerden yuvarlanır gibi yuvarlanıyordum.
En son sert bir taşa çarparak durdum ve vücudumdaki acıya tepki veremeyecek kadar adrenalin dolduğum için etrafımı gözlerimle taramaya başladım. Neredeyim?!
Etrafımdaki kırmızı sis dağılmaya başladı ve görüşüm açıldı.

Az önce bulunduğum ada ve masmavi okyanus gitmişti, kıpkırmızı topraklar, devasa dağlar, cildimi yakıp kavuran havadaki ağır sıcak ve küller. Nereye geldim ben böyle!
Çarptığım taşın hareketlenmeye başladığını gözümün ucuyla gördüm ve çığlığı bastım.
Yaşadığım tüm şokları o çığlığa sığdırmışım gibi tiz bir çığlıktı bu. Bu lanet olası rüyadan uyanmak istiyorum çığlığı.

Hareketlenen taş, tıpkı bir kaplumbağaya benziyordu. Tek farkı biçimsiz uzun bacakları, insanın midesini ters çevirebilecek kadar korkunç bir suratı vardı. Ah bir de kafam kadar büyük ağzı ve keskin olduğuna adım gibi emin olduğum dişleri vardı.
Adete donmuştum.
Hareket edemiyordum.
Kabuslarıma kabus ekleniyordu.
Kaplumbağa yaratık bana doğru hamle yaptı, tekrar çığlığı bastım.
Bu seferki yardım edin çığlığıydı. Lütfen birisi yardım etsin.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 26, 2024 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

VortarisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin