I

96 8 3
                                    

Kız iyi hissetmiyordu. Hafifçe başı dönüyor ve garip bir biçimde kafa karışıklılığını vücudunun her hücresinde hissediyordu. Rüyasındaki ses bütün sabah zihninde yankılanmaya devam etmişti. Biri Karen'e adı ile sesleniyordu. Onu duyup duyamadığını soruyordu. Ürkütücü tarafı fazlasıyla net duymuş olmasıydı. O kadar ki gece birinin odasına girdiğini, üzerine eğildiğini ve kulağına o kelimeleri fısıldadığını sanarak uykusundan fırlmaştı. Sonrasında da unutamamıştı. Yetersiz bir uykuyla okula gelmişti. Şimdi ilk dersin başlamasına on dakika kala okul bahçesinde oturuyor ve devamlı gözünü ovuşturuyordu. Etraftaki onlarca farklı ses bile "o" sesi düşünmesini engelleyemiyordu. Biraz rüzgardan, biraz da öbür sebeplerden ürperdi. Sadece bir rüya ile kafasını bu kadar yormaması gerektiğini biliyordu. Özellikle de bugün çok önemli bir biyoloji sınavı olduğu düşünülürse... Hesaplarına göre en az 65 alamazsa sınıfta kalacaktı. Şu an diğer yaşıtları gibi defterini açıp son kez endoplazmik retikulumun görevini tekrar ediyor olması gerekirken rüyasında duyduğu anlamsız bir sesin hecelerini elinde olmaksızın tekrar ediyordu. En azından arkadaşları az sonra burada olurdu. Nasıl olsa Mavikayaç küçük bir kasabaydı ve bir ev ile okul arası en fazla on beş dakikalık yoldu.

"Pşşşt, kız ne düşünüyorsun öyle hindi gibi?" Biri hafifçe arkadan omzuna vurdu ama bu Karen'i sarsmaya yetti. Emre'nin bu eski tarz lafları komiğine giderdi. Gülerek çocuğa döndü. "Günaydın!" Çocuk abartılı bir müzikal edasıyla sıçrayarak kızın yanına oturdu. Adeta etrafına neşe saçıyordu. Birbirilerinin zıttıydılar. Çocuk gülümseyen gözleriyle Karen'i süzdü.

Emre aslında "Günaydın"dan daha fazla şey söylemek istiyordu. Ama zamanı değildi. Hiç doğru zaman olmuyordu gerçi... Bir de insanlar Emre'ye çok konuştuğunu söylerdi. Hah! Günde kaç milyon cümleyi dilinin tam ucunda tutup geri yuttuğunu bilmiyorlardı. Mesela şimdi Karen'in önüne düşen çikolata rengi bukle bukle saçlarının, minicik burnunun üzerindeki yuvarlak gözlüklerinin, onların ardındaki upuzun kirpiklerinin ve yeşil buzları andıran delici gözlerinin onda ne derece bir hayranlık uyandırdığını söylemek istiyordu. Hatta kızı alıp, odasında saklamak ve bütün yaşamı boyunca kendisinin Karen'e, Karen'in de kendisine bakmasını istiyordu. Bugün cidden çok güzeldi. Ama söylese saçma olurdu, boş konuşma sayılırdı herhalde.

"Sana da..." dedi Karen yerdeki bir ot tutamını parmakları arasında kaydırırken. Her zamanki gibi sakindi. Gülümsüyordu ama aklı başka yerdeydi. Emre başını hafifçe sola eğdi. "İyi misin?" dedi yumuşak bir sesle. Karen kısa bir süre düşündü. O ses kafasına saplanan bir bıçak gibi zihninde çınladı. "Eh işte... Sen?"

"Ben süperim vallahi!" diye cevap verdi çocuk. "Babam yarın Paris'ten dönüyor. Biraz birlikte vakit geçireceğiz. Belki kasaba dışına çıkarız ve a-

Cümlesi yarıda kesildi çünkü üzerlerine iki uzun gölge düşmüştü. Emre de dikkati tek bir sinek ile bile dağıtılabilen hiperaktif bir çocuk olduğundan hemen ne diyeceğini unuttu. Karen başını kaldırdığında ikizleri gördü. Gülümseyerek çimlerin üzerinden kalktı. Şortunu silkeledi. Oğlanlar eski dostlar olduklarını belli eden ve yıllar sonra karşılaşan hapisane arkadaşlarını andıran bir tavırla selamlaştı. "Heyyyy kardeşim!" Bora kalkmasına yardım etmek için Emre'ye elini uzattı. Emre destek alarak kalktı. Sonra o eli bırakmayıp bunu bir sarılmaya çevirdi ve Bora'nın sırtına vurdu. Karen de Luna ile selamlaştı ve dördü birlikte okul kapısına yürüdüler.

Okul koridoru kalabalık ve her zamanki gibi rengarenkti. Renklerden kasıt sadece boyası yeni duvar ve dolaplar değildi. Türkiye'deki her okulda göremeyeceğiniz bir şey vardı. Etrafta kızıl, sarışın, esmer, siyahi, çekik gözlü, her ırktan öğrenci vardı. Çoğunlukla değişik aksanlı türkçe ve ingilizce kelimeler duyardınız. Nadiren de başka bir lisan... Çok senedir Karen bu kasabada yaşadığı ve bu international okula gittiğinden turistik bir gezideymiş yanılsaması artık kaybolmuştu. "Özel Mavikayaç Lisesi..." diye diye düşündü kız. "Yabancıların, türklerden fazla olduğu türk lisesi..." Yakın arkadaşları arasında bile annesi de, babası da, sülalesi de Türk olan sadece kendisi vardı. Emre yarı Fransız, Bora ve Luna ise İngilizdi ve aileleri onlar doğmadan 10 sene önce buraya taşınmıştı. Burada asıl Karen gibiler neredeyse azınlık sayılıyordu. "Garip bir yaşam sürüyorum." diye düşündü. "Acaba-KAREN, BENİ DİNLE."

Zihnindeki cümle kızı afallattı. Hayır. Bunu o düşünmemişti. Rüyasındaki ses ile aynıydı. Kalbi hızlandı. Bu rüya veya kâbus devam mı ediyordu? Ama şu an uykuda olamazdı. Duyguları, düşünceleri, hissettiği herşey fazla netti. Sanki bir zihne iki kişi sıkışmıştı. Sanki ikinci kişi yukarı tırmanmaya çalışıyor ve kendisi onu her seferinde aşağı itiyordu. Geceden kalan fobiyle yüzleşti. Delirmekten çok korkuyordu.

Luna'nın zarif elini omuzunda hissetti. Kız, Karen'in karşısına geçti. Endişeli titrek gözlerle bakıyordu. "Ne oldu?" Karen düşüncelerini dışarıya belli edecek ne yapmış olduğunu merak ederek soruya soruyla cevap verdi. "Neden ki?"

"Ne bileyim, birden yürümeyi bıraktın? Titriyorsun." Luna gök mavisi gözlerini kıstı. "Ağlıyor musun sen?"

Gerçekten de gözleri yanıyordu. Titrediğini de ancak arkadaşı söyledikten sonra fark etmişti. Bir şey söylemek için ağzını açtı ancak sesi tekrar duydu. Yutkundu ve öylece kaldı. Luna dikkatli bir tavırla omuzlarını tuttu. Gözlerinin içine baktı. "Anlat bana." dedi. Birlikte tuvalete yöneldiler.

Bora oynadığı basketbol takımının yeni galibiyetini anlatıp duruyordu. Yaklaşık üç dakikadır yaptığı gibi yine "Vay..." demekle yetindi Emre. Doğrusu biraz sıkılmıştı. Bozulmuş dolap kilidine söverken göz ucuyla kızların tuvalete yöneldiğini gördü. Şifreyi defalarca doğru girmişti ama mavi renkli demir kapak bir türlü açılmıyordu. Bora da maçın tek saniyesini anlatmazsa ölecekmis gibi susmak bilmiyordu. Emre git gide sinirleniyordu. Sonunda göğsünü patlayacak kadar şişirdi ve sert, şiddetli, sesli ve uzun bir nefes verdi. Bora bu sefer sustu. "Birşeyle vurmayı denesek?" diye önerdi. Emre bunun işe yarayacağını sanmıyordu ama o bir şey diyemeden Bora çantasını tüm gücüyle dolaba savurmuştu bile. Koridordaki herkesin oraya dönmesine sebep olacak bir ses çıktı. Çanta yere düştüğünde sonuç göründü. Demir kapak darbeden fena etkilenmişti, hafifçe içe göçmüştü ama yavaşça açıldı. Kitap ve defterler paldır küldür yere dökülürken Emre şaşkın şaşkın izledi. Biraz sonra yüzüne bir gülümseme yayıldı. Eğilip sıradaki dersin kitaplarını yerden kaldırdı. Sırıtan Bora'nın havadaki eline bir beşlik çaktı ve birlikte Edebiyat sınıfına yürüdüler.

Ancak Emre'nin neşesi uzun sürmedi. Çünkü sınıfın arka sıralarından birinde kim olduğunu bildiği ama daha önce okulda görmediği biri oturuyordu.

MavikayaçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin