Kıvılcım, uzun süredir içini kemiren acıyla başa çıkamadığını hissediyordu. Ömer'i ne kadar sevse de, yaşananlar, özellikle Görkem gerçeğini öğrenmesi, kalbini paramparça etmişti. Düşünceleri bir türlü dinmiyor, içindeki öfke ve hayal kırıklığı birbirine karışıyordu. Fransa'ya gitmek, kendisi için bir kaçıştan çok, yeni bir başlangıçtı. Bu şehirden, anılarından, her şeyden uzaklaşmak istiyordu. Derin bir nefes aldı, bavulunu kapattı ve gözlerini kısa bir süre kapatarak son kez derin bir düşünceye daldı.
"Gerçekten gitmek mi istiyorum?" diye sordu kendine.
Bu sorunun cevabını zaten biliyordu. Artık burada, Ömer'le daha fazla kalamazdı. Ömer'in yüzüne her baktığında, hem aşkını hem de ihaneti aynı anda hissetmek dayanılmaz bir hal almıştı. Kendini toparladı, aynada kendisine kısa bir bakış attı. Gözleri şişmişti, iyice zayıflamış, adeta çökmüştü. Hızla telefonunu aldı ve en yakın uçuş için bir bilet aldı. Fransa'ya gidecekti. Ömer'e haber vermeye bile cesareti yoktu. Onun gitmesine engel olacağını biliyordu ve bir daha o gözlerdeki pişmanlıkla karşı karşıya gelmek istemiyordu. Her şeyin bittiğini, hayatında yeni bir sayfa açması gerektiğini düşünüyordu.
Bavulunu sürükleyerek kapıdan çıkarken, annesi Sönmez Hanım, kapı eşiğinde durdu. Yüzünde derin bir hüzün vardı.
"Gerçekten gitmek zorunda mısın, kızım?" diye sordu, sesi titreyerek.
Kıvılcım gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı, "Anne, kalırsam daha kötü olacak. Hem kendime hem de Ömer'e... Ben buna daha fazla dayanamıyorum."
Annesi, kızının kararlılığını hissetti, ama yine de onu bırakmak istemedi. "Peki... Ama unutma, kapımız her zaman sana açık. Her zaman." Diyerek Kıvılcıma sıkı-sıkı sarıldı...
Kıvılcım, annesiyle vedalaştıktan sonra hızla bir taksi çağırdı. Havaalanına gitmek için yola koyulduğunda, kalbindeki ağırlık gittikçe büyüyordu. Hızla şehir dışına çıkarken, ardında bıraktığı her anı, her sokak ona Ömer'i hatırlatıyordu. Gözyaşlarını tutmaya çalışsa da, içindeki boşluk daha fazla dayanmasına izin vermedi. Arabanın camından dışarıya bakarak, sessizce ağladı.
O sırada, Ömer evdeydi. Kıvılcım'ı uzun süre görmemişti. Barışmalarına rağmen, aralarındaki soğukluk çözülmemişti. İçinde derin bir pişmanlık hissediyor, Kıvılcım'ın onu terk ettiğini düşünmekten kendini alamıyordu. Kıvılcım'ın yanında olmaması, Ömer'in gün geçtikçe daha fazla yalnız hissetmesine neden olmuştu. Derin bir düşünceye dalmışken telefonu çaldı. Arayan Sönmez Hanım'dı.
"Ömer," dedi Sönmez Hanım, sesi tedirgin. "Kıvılcım... Gitmeye karar verdi. Fransa'ya gidiyor. Durdur onu yavrum."
Bu haberle Ömer'in kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Kıvılcım'ın gitmesine asla izin veremezdi. Hiç düşünmeden montunu kaptı, kapıyı çarpıp dışarı fırladı. Zihninde tek bir şey vardı: Onu durdurmak zorundaydı. Kıvılcım'ın hayatından bu şekilde çıkmasına izin veremezdi.
Koşar adımlarla arabasına atladı ve hızla havaalanına doğru sürdü. Trafiğin sıkışıklığı, içindeki paniği daha da arttırıyordu. "Yetişmeliyim. Yetişmeliyim!" diye kendine tekrarlıyordu. Bir yandan telefonu elinde tutuyor, defalarca Kıvılcım'ı arıyordu. Ama her seferinde telefon kapalıydı. Zihnindeki korku, kalbindeki pişmanlığı daha da büyütüyordu.
Taksi havaalanına doğru hızla ilerlerken, Kıvılcım dışarıya bakarak şehirden uzaklaştıkça içindeki ağır hissin büyüdüğünü fark ediyordu. Ömer'i ne kadar çok sevse de, onu affetmek artık ona daha da zor geliyordu. Kafasında sürekli aynı düşünceler dönüp duruyordu: Ömer'e nasıl güvenebilirdi? Fakat bu ağır düşüncelerin içinde, aklına bir anda bir anı düştü; Ömer'in ona yaptığı en büyük sürprizlerden biri.