1

194 26 10
                                    

Yüksek desibelli söylenen marşlar sanki beynimin içinde yankılanıyordu. Başımın ağrısına ve boğazımın acısına rağmen söylenen marşlardan da eksik kalmıyordum. Açılan pankartlar ve dört bir yanı duman altında bırakan meşaleler ile karşı takımın taraftarını ezip geçen bir görsel şölene sahiptik.

"Haydi kartalım pençelerinle tarih yaz. Burası kartal yuvası, buradan çıkılmaz!"

Rashica'nın açtığı ortayla gole giden Rafa ile boynumdaki siyah beyaz atkıyı çekiştirdim heyecanla. Önünü kapatan rakip ile şut çekmek yerine harika bir topuk pasıyla top Gedson'un ayağına düştüğünde nefesimi tuttuğumun farkında bile değildim. Gedson son dokunuşuyla topu ağlarla buluşturduğunda büyük bir gürültü koptu stadta.

Binlerce insanın aynı anda "GOL!" diye bağırmasıyla zıplayarak yanımdaki Yakup Arda'ya sarıldım. Önümdeki abiler kim olduğumuza bakmadan kollarımızdan tutup sarsarkan gülmekten yanaklarım ağrımıştı bile. Zaten birbirimizi tanımamıza gerek yoktu. Çubuklu formaların içinde hepimiz bir aileydik.

Böylece ilk yarı 1-0'lık üstünlüğümüzle sona erdi. Kendimi kasmaktan yorulan bedenimi plastik koltuklardan birine attım hemen. Yakup Arda'da kendini yanıma bıraktığında teninin hasasslığından en ufak hararette kızaran yanakları, güneş yanığı gibi kızarmıştı şimdi de.

"Yine domatesten bir farkın kalmamış oğlum."

"Sen kendini görmüyorsun tabii."

İki parmağıyla yanağıma hafif bir tokat attığında gülüp terden alnıma yapışmış saçlarımı geriye ittim.

"Ben iki su kapıp geliyorum. İstiyor musun bir şey?"

Kafamı hayır anlamında sallayıp yeşil çimlere döndüm. Şu anda ihtiyacım olan tek şey soğuk bir suydu.

Yedek kulübesindekiler Necip kaptanın önderliğinde boşalan sahaya çıkıp ısınmaya başlamışlardı. Ben ise bana göre bir tutku olan bu kulübün oyuncularını bu kadar yakından izlemenin hazzı içerisindeydim.

Aradan dolayı tirübünde kalan tek tük insanın üçlü için kenara çağırdığı oyuncularla adeta bitmek tükenmez bir enerji vardı sahada. Geçen maç asist yapan Salih abiden sonra yine geçen maç gol atan Mustafa'da kenara çağırılmıştı. İlk golünü attığı gibi şimdi de ilk üçlüsünü çektiriyordu.

Mutluluğu sadece dudaklarının kıvrımlarından değil gözlerinin içinden bile belli oluyordu. Sahaya bu kadar yakın oturmasam bile anlardım bunu. Suratındaki şirin gülümseme benim de yüzüme bulaşmıştı. Gözlerimi ondan alamazken parlayan göz bebekleri tirübünü sırayla turladı ve bana da değdi bir süre.

Ensemde hissettiğim soğuklukla yerimde sıçradım ve alayla gülen Yakup Arda'nın bacağına vurdum. Su şişesini ensemden çekip bana uzattığında alıp tepeme diktim hemen. İçimin yangını sönerken hızımı ayarlayamadığımdan çenemden dökülen sular formamı ıslatmıştı.

"Kaçmıyor ya su, yavaş be hayvan."

Şişeyi ağzımdan ayırmazken tehditkâr olduğunu düşündüğüm bakışlarımı yanımdaki çocuğa gönderdiğimde susup arkasını yaslandı. Bitirdiğim şişeyi büküp çıkarken atmak üzere koltuğun kenarına koyduğumda oyuncular sahaya çıkmaya başlamışlardı.

Düdük sesiyle ikinci yarı başladı. Oyun genelde rakibin ceza sahasında döndüğü için heyecan had safhadaydı. Kalecemize güvendiğimiz kadar defans hattımıza olan güvensizliğimizden diken üstünde dursakta üstünlük bizdeydi.

Topun onlara geçmesiyle driplinge çıkan oyuncu defansta boşluk bulup ağları havalandırmıştı. Benle birlikte çoğu taraftarında ağzından bir küfür kaçtığında kalan süreye baktım. Sekseninci dakikada gol yemek tüm moralimizi bozsa da takımın moralinin bozulmaması için besteler söylenmeye devam ediyordu.

Gio hoca oyuncu değişikliği istediğini belirtirken Mustafa ve Muçi formalarını giyip kenara geçmişlerdi. Son beş dakika kalmışken bir umutla asıldık tezahüratlara.

"Kartal gol gol gol."

Mustafa, Masuaku'dan pas isteyip topu aldığında tüm sesler sanki uğultudan ibaret olmuştu. Önündeki oyuncuyu çalımlayıp topu sola çekti ve vurdu. Tınaklarımı avuç içlerime bastırırken top direğe çarptı ve içeri girdi.

Atmıştı. Öne geçiren, puan aldıran golü atmıştı. Yine kulakları sağır edecek bir gürültü koptuğunda tüm yorgunluğum uçup gitmiş gibi hoplamaya başladım herkes gibi.

"Beşiktaş'ımızın 91 numarası, Mustafa Erhan."

"Hekimoğlu!"

Hep bir ağızdan bağırırken takım arkadaşları da Mustafa'nın etrafını sarmıştı. Maçın bitmesiyle rakip takımın taraftarları da dağılmış biz bize kalmıştık.

Her maç sonu klasiği olarak üçlü çektirmek için bazı oyuncuları çağırıyor ve alkışlarla gönderiyorduk. Esmer çocuğun adını bağırmaya başladık. Yine yüzünden düşmeyen çocuksu gülüşüyle taraftarlara aşkla bakmaya başladığında dudağım kıvrıldı istemsizce.

"Oooooo şştt! Bir! iki! üç! Beşiktaş! Lay lay lay lay."

Biz onu alkışlarken o da bizi alkışlayıp içeriye açılan kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Diğerleri Paulista'yı çağırırlarken ben uzun boylu çocuğu izliyordum. Formasının eteğiyle alnındaki terleri siliyordu. Açılan yanık teni ve ıslanmış saçlarıyla nefes nefeseydi. Kafasını kaldırıp benden tarafa dönmesiyle gözlerimiz bu gece ikinci defa buluştu.

Salakça bir gülümsemeyle elimi kaldırıp salladım bilinçsizce. Burnundan bir nefes verip gülümseyerek öylesine elini kaldırdı. Sonra kafasını eğip içeriye girdi.

Yakup Arda kolumu dürttüğünde şapşallığımdan sıyrılmıştım.

"Ne sırıtıyorsun boşluğa bakıp. Deli misin oğlum?"

"Boş yapma ya."

Oflayıp boşalmaya başlayan tirübünlerle çıkışa doğru ilerlemeye başladım ben de.

"Tamam lan beni de bekle. Kaybedeceğiz şimdi birbirimizi."

Bana yetişip kolunu omuzuma atıp yakınına çekti. Kaç kere maça gelmemize rağmen hala stadyumu çözemediğinden kaybolup duruyordu.

"Midem kıyıldı yemek mi yesek?"

İçeride terlediğimizden İstanbul'un soğuk havası çarpınca montlarımıza sarılmıştık. Arda'nın yanakları bu sefer de soğuktan kızarırken koluna sarıldım gülerek. İkimizinde üzerinde şişme mont olduğundan komik bir görüntüydü ama maçı almamızın keyfi üzerimdeyken hiçbir şey umrumda değildi.

"O zaman tavuk pilav."



Gönül SalıncağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin