Bu işte fazlasıyla amatörüm. Beğenecek misiniz yada okumaya devam eder misiniz bir fikrim yok sadece sıradanlaşmış bad boy hikayeleri dışında bizleri obje olarak göstermeyen ve yaşanmış bir hikayeyi sunuyorum. Beğeni ve yorum umrumda değil. Okuyun yeter benim için. İyi okumalar...
Hafıza; Tanrının insanoğluna verdiği lanettir. Unutamadığımız kişiler bizi tek bir hamleyle unutabilirken biz unutamayız. Buna mecburuz. Bir gün ismini unuturuz,sesini unuturuz,kokusunu unuturuz,kötü anıları bile unutabiliriz lakin bize verdiği o güzel hatıralar silinmez hafızamızda kalır.
İsmim Arya. Bu yazılarım büyük bir aşkın vasiyetidir. Okuduğunuz için size minnettar kalacağım.
Çıkmaz sokaktaydım. Nefes alışverişlerim soluk borumda sıkışıyordu. Tenimdeki iri yaraların sebebini biliyordum. Sıcaklık bastırıyordu vücudumu. Gözlerim keskin bakışlarıyla etrafını ararken koca bir hiç uğruna koşuşturduğumu fark ettim. Aylarca küçük bir çocuğun oyununa alet olmuştum bu aptallıktı. Salakçaydı. İnanmamam gereken bu bencil şakalara fazlasıyla kanıyordum. Elimde olan hiçlikler ruhumu delik deşik ediyordu. Temmuzdu.. Temmuzun 3'ü. 2014 yılından tek beklentim bu tatilin hiç bir zaman bitmemesiydi. Mantıklı olmak gerekirse bu şiddetli kavurucu sıcakta kalın siyah bir hırka giymek ah sanırım aptallık.
Kendimi laflarımla boğarken öfkemi katlayacak bir ses duydum. Kuş sesiydi.. Minik yavru bir kuş. Kanatları maviyle yeşilin en derin uyumunda gizliydi. Gözleri kanatlarına oranla çok daha koyuydu. Kuşlardan nefret ederdim küçüklükten kalan ve unutamadığım nadir anılarımdan biriydi. Beni bu yalnızlığa çaresizliğe sürükleyende buydu. Dışlanmıştım. 5 yaşında hayatımda yiyeceğim en büyük darbelerden birini yemiştim. Ufak,saçları önüne gelince korkan o kızı büyük bir karanlığa teslim etmişlerdi,bundan utanmayarak. Anılarım beynimde sessiz bir tınıyla dolaşırken hislerimin kayboluşu yavaşça baş köşeye süzülmüştü. Dedemden sonra hissedemiyordum. Ne bir acıyı,hiç olmamış gibi sahiplenecek kadar büyümüştüm. Ne de üzüntümü her tarafa saçacak kadar küçüktüm. Benim için çocukluk süreci 6 yaşıma kadardı. Devamı beynimde kesitlerle duruyor. Ne ara bu kadar büyüdüm,olgunlaştım bilmiyordum. Kendimden emin olduğum birşey varsa kayıplar insanın doğasında vardı. Kaybediyorduk,ne kadar kaybedersek o kadar güçleniyorduk. Düşüncelerimin bi anda son bulmasına sebep olan ses kuşun, bebekler gibi inleme tonuydu. Yalvarıyordu,onu kurtarmam için yalvarıyordu. Diğerlerinin aksine,duygusallık hissetmeden çantamdaki suyu ve fularımı çıkardım. Yaralıydı,kanatları durmayacak gibi kanıyordu. Burada ona müdahale edersem daha büyük sorunlar açabilirdim. İnsanlara olan nefretimi minik bir kuştan çıkaramazdım. Hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladım.
Eve geldiğimde insanların tepkisini biliyordum. Nasıl olurda bu kız o olaydan sonra bir kuşu yaralamaya cesaret eder. Böyleydiler işte. Hislerimin yok olmasından dolayı Tanrıya minnet duyuyorlardı. Sinirlenemeyen,mutluluğu bu hayatın en büyük ödülü olarak gören zavallı kişiydim. Kuşu anneme bırakıp odama çıktım. Ufak su ısıtıcımı çalıştırıp kahvemi bardağıma koydum. Şekersiz içerdim kahvemi. O acıyı iliklerime kadar hissederdim. Sahi her acı bu kadar hissedilebilinir miydi?. Kutumdan bir sigara çıkarıp defterime gömüldüm. Sevdiğim,seveceğim insanlara ithafen yazıyordum. Bazen şiirlerle anlatıyordum derdimi bazen ise ses kayıtlarıyla. Kahvemi soğutmadan 4 yudumla bitirmiştim. Üzerime kısa bir tişört ve pantolonumu geçirip, vişne çürüğü converse'lerimi giymiştim. Küçük kuzenim Hakan'ı yanıma alıp gezdirecektim. Bu hayatta koşulsuzca beni seven tek kişiydi. İsmim dudaklarından çıktığı zaman beni mutlu eden tek kişiydi. Benim yaşamak için tek sebebim diyebilirim. Evlerine gidip Hakanı almıştım. Yola koyulduğumuzda yaşından büyük sorular sormasına şaşırıyordum. Yaşı küçüktü daha 6 yaşındaydı ama sevgisizliği son demine kadar çeken bir çocuktu. Annesi kardeşine özen gösterirken,dayım işleri dolayısıyla vakit ayıramıyordu. Ona ilgi veren tek kişiydim. Benimde ilgi bulduğum tek kişiydi Hakan. "Abla ben ölünce annem üzülür mü?" bu soru bana o kadar tanıdık geliyordu ki. Yıllar önce abimin elinden tutmuş yürürken "Abi,babam beni ölünce mi sevecek ya Allah kabul etmezse beni." diye bir soru sormuştum. Abim cevap verememişti. Bu sefer sıra bendeydi. Elimde cevap vereceğim yalan kalmamıştı. Sevecek desem yalandı,aklına bile gelmezsin desem yalandı.En büyük yalanımı sürüyordum oyuna. Melekler ölmez ki sende ölmeyeceksin...
Bu konuda daha fazla durmak istemiyordum. Hadi bakalım kim daha hızlı koşacak diyip,küçüklüğümü geçirdiğim o ufak çaplı parka kadar yarış yapmıştık. Beni kabullenen tek yerdi. Herşeyden önemlisi benimserdi. Yerler çimenlerin aralarından çıkmaya çalışan çiçeklerle doluyken,etrafta bir sürü karınca yuvası vardı. Oyuncaklar boyanmamış eskisi gibiydi. 2 kaydırağı,2 salıncağı vardı. Kaydıraklar olması gereken mavi rengini soldurmuşken salıncaklar hala dünki gibi tazeydi. Hakan arkadaş bulup kaydıraklardan kısa olana geçerken bende sırt çantamdan telefonumu çıkardım. Arayan,mesaj atan kimse yoktu. Yalnızdım bunu biliyordum ama yalnızlığımın içinde bile yalnız olmak zoruma gidiyordu ufak çaplı. Hakanın,kaydıraklara olan zaafından istifade ederek elime sigaramı alıp usulca yaktım. İçime her çektiğim nefeste karanlığın içindeki ışığın hiç bir zaman olmayacağını kendime hatırlattım. Hakan kaçışımdı,resim çizmek gibiydi,yazı yazmak gibiydi,piano çalmak gibiydi. Onunla uyurken huzurluydum. Onun şefkate ihtiyaç duyan bedeninin naifliğini hissederken mutluydum.
Sigaramın bitmesine yakın derin bir nefes alıp en zehirli kısmını akciğerlerime hediye ediyordum. Telefonumu internete bağlayıp aylarca yapmadığım birşeyi yapıp Facebook adresime girdim. Aynıydı değişen pekte birşey yoktu. Aşk acısı çekenlerden tut,eski sevgilisine gönderme yapanlara kadar. Fandom kavgalarıyla başlayıp kardeşlikle biten durumlarda devamını getiriyordu. İlgimi çeken sadece mesaj sayısıydı 100'den fazla mesaj vardı. Birine bu kadar mesaj gelse mutlu olabilirdi lakin gelen mesajlar ne zaman öleceksin konusuna yönelik olunca acıyı vücudun her tarafına sabitlemek zordu. Anasayfamda gezinirken Hakan'ın kahkahasını duyunca kafamı kaldırıp baktım. Çocukların en sevdiğim özelliği buydu işte. Gülecek bir neden bulabiliyorlardı. Omzumu silktim ve tekrardan telefona dönecekken ani bir sakarlıkla telefonum yere düştü. Kendime küfürler yağdırırken yerden telefonumu alıp yanlışlıkla profiline girdiğim kişiye göz attım. İsmi Kaan'dı. Daha önce konuşmuşluğum var mıydı yada bana nefretini kusmuş muydu bilmiyordum. Durumlarını incelemeye başlamıştım. Kendimi engelleyemiyordum. Merak ediyordum,kim olduğunu neyin nesi olduğunu,merak ediyordum.
Durumların birinde "50 kilo olmalıyım diet yapmalıyım" yazıyordu. Bu çocuğun derdi neydi böyle? Bir insan hele ki bir erkek neden 50 kiloya kadar düşüp kendine bu eziyeti yapsın ki. Mesaj atmak istiyordum ama gururuma söz geçiremiyordum. Gurur abidesi olduğumdan değil benim gibi birine cevap vermeyeceğinden. Sanırım keşke dememek için birşeyler yapmalıyım.
(3 Temmuz 2014)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE KAHVESİ
Fiksi RemajaKahve içmeyi sever misiniz? Sade acı bir kahve. Eğer seviyorsanız büyük bir yudum alıp boğazınızı yakarak geçmesine izin verin ve okumaya devam edin. Şayet sevmiyorsanız okumadan geçebilirsiniz.