Tanla ve Han'ın samimiyeti, Han'ın tahmin ettiğinden çok daha hızlı ilerliyordu. Kızın ara sıra akşam yemeklerinde utana sıkıla yanına geleceğini ve havadan sudan konuşup kalkacağını düşünmüştü. Ancak durum hiç de öyle olmamıştı.
Bir kere Tanla, nasılsın sorusuna iyiyim cevabını kabul eden biri değildi. En ince ayrıntısına kadar gününün detaylarını soruyor, Han'ın kaçamak cevapları muhabbeti çıkmaz sokağa sürüklediğinde kendi gününden bahsetmeye başlıyordu. Pazardan aldığı havucun kilosundan sokaktaki hamile kediye kadar her şeyi uzun uzun anlatıyordu Tanla. Sadece bu da değildi. Öğlenleri işe gitmek için lokantanın önünden geçtiğinde ve akşam yemekten sonra eve dönerken mutlaka dükkanın dışına çıkarak ona el sallıyordu kız. Ayrıca gece hangi saatte gelirse gelsin dükkanın ışıkları yanıyor ve mutlaka çorba, kaburga, meze ve salata oluyordu. Han, bunun tesadüf olduğunu düşünecek kadar saf değildi. Elbette Tanla'nın onu beklediğini anlamıştı. Bu anlaşmadan rahatsız olduğu da söylenemezdi. Karnı doyuyor, kafası dağılıyor ve ihtiyarı mutlu ediyordu. Yelen, birkaç kere ona açık açık teşekkür etmişti.
İhtiyarın haklı olduğu bir nokta vardı. Tanla'yı tuhaf olarak nitelendirmek kesinlikle yanlış olurdu. Tanla farklıydı. Han'ın dünyasındaki hiçbir şeye benzemiyordu. Öte yandan kızın iletişim kurmakta zorlandığı falan yoktu. En azından kendisiyle fazlasıyla iletişiyordu.
"Han! Hoş geldin."
İşte oradaydı, Tanla. Kocaman bir gülümsemeyle kendisine el sallıyordu. Etrafındakilerin bakışları umrunda bile değildi. Han, kızı ittirerek lokantaya girdi.
"Tamam, tamam. Hoş buldum."
"Hadi otur."
Tanla, Han'ın yemeklerini getirmek üzere mutfağa yönelmişken Han onu önlüğünün kuşağından tutarak geri çekti.
"Dikişlerin ne oldu?"
Tanla bir an için afallamış, tepki verememişti. Han'ın kaşları çatıldı.
"Erteleme demiştim. On gün oldu."
"Ertelemedim. Bu sabah gittim."
"Bakayım."
"Ne?"
"Göster."
Han, Tanla'ya güvenmiyordu. Günlerdir bugün yarın diyerek doktora gitmeyi erteliyordu. Korkuyorsa onunla gelebileceğini söylemişti Han ama kız kabul etmemişti. Bugün de bir bahane bulursa yarın sabah ilk iş kolundan tutup doktora götürecekti.
"Aç ağzını."
Tanla'nın dudakları hayretle aralandı. Hiç itiraz etmeden parmağıyla yanağını çekti ve yarayı gösterdi.
"Vak, geğtekten gittiv."
Han sahiden yarayı dikkatle inceledi ve dikişlerin alındığına, yaranın da iyi göründüğüne kanaat getirince kızın önlüğünü nihayet serbest bıraktı.
"Aferin."
Aferin.
Aferin.
Aferin.
Tanla, mutfakta tabakları tepsiye koyarken Han'dan aldığı aferin hala kafasının içinde yankılanıyordu. Çok hoşuna gitmişti. Böyle olacağını bilse çok daha önceden giderdi doktora. Ama doktor gelmesine gerek olmadığını, dikişlerin kendi kendine çözüleceğini söylediği için pek dikkat etmemişti. Acaba bir aferin daha almak için başka ne yapabilirdi? Bunu bir süre düşünmeye karar verdi.
O gün restoran her zamankinden daha yoğundu ve Tanla tek başınaydı. Han da her zamankinden erken gelmişti. Bu yüzden onunla konuşmak için bir türlü fırsat bulamamıştı. Han'ın yemeğini bitirip kalkmasından endişe ederek göz ucuyla sürekli onu takip ediyordu. Ancak nasıl olduysa mutfağa girip çıktığı kısacık bir aralıkta Han ortadan kaybolmuştu. Üstelik salatayı da bitirmemişti. Ona yetişmek umuduyla kapıya fırladı ama sokak boştu. Boş tabakları kaldırmak için masaya geri döndüğünde Tanla'nın içindeki aferin baloncukları bir anda patlayıp yok oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şarkılar, Yaz ve Sen
RomanceTanla'nın sözcüklerle arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Ama şarkılar... Şarkılar her şeyi mükemmel bir açıklıkla anlatıyordu. Ve Han'ı tanıdığından beri bütün güzel aşk şarkılarının ona yazıldığını düşünüyordu.