kırmızı bileklik mor bileklik

13 5 0
                                    

"bu mu bu mu? acil cevap ver."

biri gece mavisi diğeri kırmızı iki gömleği telefonun bi' ucundan üstüne tutarak bana gösteren arkadaşıma bıkmış, usanmış bakışlarımı atıyordum. çünkü mükemmel okulumuz midtermlerden sonra parti fikrini ortaya atmış, eğlence diye ölüp biten öğrencilerse bu fikre bodoslama atlayıp kabul etmişti.

tanrı aşkına hangi akla mantığa sığardı sınavlardan sonra parti yapıp kafa dağıtmak? benim için fazla gereksizdi. onun yerine birkaç gün hatta mümkünse bir hafta kadar tatil izni vermelilerdi. ben de evimde oturup asla bitiremediğim dizilerimi bitirir belki biraz da gezip tozardım ama hayat yine yüzüme gülmemiş, parti diye başımın etini yiyen arkadaşımı gökten zembille hattın diğer ucuna indirmişti.

"oğlum, kime diyorum ben ya? iyice leyla oldun bak sen."

kapatıp kapatmamak arasında kaldığım anda kırmızı tuşa dalmışken yaklaşık üç gündür kombinlerle kafayı bozmuş arkadaşımın sesiyle kedime gelmiştim. bakışlarım üzerinde tuttuğu bordo gömleğe takılırken kesinlikle bu demiştim. sarı saçlarıyla efsane duruyordu.

"bordoyu giy. bak kapatıyorum jimin, sakın beni bir daha moda şovlarındaki jürileri oynamaya zorlama. sen ne giysen yakışır zaten biliyorsun."

elim kırmızı tuşun üstündeyken çoktan aynanın karşısında bordo gömleği üzerine geçiren sarı kafayla gülmüş, aramayı sonlandırırken kendimi yatağa atmış biraz da hayvan gibi gerinmiştim.

normalde asla böyle kaba hareketlerim olmazdı. en basitinden bir yerde oturuyorsam bacaklarımı ayırıp 'gözünüz sik görsün' triplerine girmez, olabildiğince beyefendi gibi otururdum ya da toplum içinde esnerken mutlaka ağzımı ve alışkanlık gereği burnumu kapatırdım ama tanrı aşkına kendi evimdeydim. istediğimi, istediğim gibi yapamayacaksam neden evim diyordum ki?

sırtımı başlığa yaslarken açık kalan pencereden giren rüzgarla ürpersem de kalkıp kapatmak için bir harekette bulunmamıştım. ben üşümeyi severdim. yaşadığımı hissettirirdi soğuk bana ama bu demek değildi ki hastalanmazdım. hastalandığımda bir hafta kadar sürünür, ikinci hafta anca iyileşebilirdim ama yine de vazgeçemiyordum soğuk olan şeylerden. soğuk hava, soğuk duş ya da kar... hepsi benim için hislerimin birer yansımasıydı.

belki bu yüzden ben de soğuk görünen biri oluvermiştim zamanla. başlarda gülen ve ilkokula giden jungkook zamanla içine kapanmış ve donuk birine dönüşüvermişti. belki de bu yüzden arkadaş olmaya korkmuşlardı benimle. hatta belki de bu yüzden kimse gerçekten sevmemişti beni. bilmiyordum, düşünmek istemiyordum.

en azından beni, düşüncelerimi ve varlığımı düşünmek istemiyordum. çünkü çok yoruluyordum, çok üzülüyor ve her anlamda çok olan her şey gibi bu da beni gitgide boğuyordu.

gece boyu uyumak yerine yeni aldığım ve çoktan yarıladığım kitabı yatağın ucundan eğilerek almış, kaldığım yeri açarken rahat bir pozisyon almıştım. kitap yunan mitolojisi içeriyordu. zaten bu bile başlı başına okumam için yeterli bir sebepti ama başlayıp devam ettiğimde ise aslında kirke ile ne kadar benzediğimi görmüştüm. bu benzerlik beni soluksuz okumaya itmiş, biraz göz altı morluğu ve sık sık esnemeyle baş başa bırakmıştı ama umurumda değildi. bu kitap bugün bitecekti, en azından ben öyle planlamıştım.

o da aşkı bulacak mıydı yoksa benim gibi aşk uğruna sonsuzluğa mı karışacaktı merak ediyordum. parti, eğlence ve daha adını sayamadığım ama içinde şehvet barındıran hiçbir şey merakımın önüne geçemezdi. açtığım bir sayfa yerini onlarca sayfaya ve yalnızca odamda yankılanan sayfa seslerine bırakırken kulaklarım hiçbir şeyi işitmiyor, gözlerim satırlardan başka hiçbir şey görmüyordu. açlığım, susuzluğum ya da havanın kararmış olması o an fark edemediğim kadar uzaktaydı benim için.

fallen star | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin