kalbim öyle hızlı atıyordu ki, size yemin ederim kalp krizi geçirip bayılmaktan korkuyordum. gözlerim kısa bir an için masadakilerde dolaşmıştı. çünkü namjoon hyung burada mıydı merak ediyordum ama yoktu. o olsaydı daha rahat olurdum, sohbetlerine katılabilirdim ama yoktu ve tahmin ettiğim gibiyse hoşlandığı kişiyle daha sessiz sakin bir yere gitmiş olmalıydı. masaya geldiğimizde turuncu saçlı kız anında onun sağına geçmiş benimse tam olarak karşısında kalmamı sağlamıştı bu hareketi.
sikecektim, yemin ederim kendimi sikecektim. çünkü aşırı yoğundu her şey. vücudumda gezinen bakışları, vücudunda gezinen bakışlarım, dudaklarıma ve oradan da asla ayıramadığı gözlerime çıkan bakışları, benim o gözlerime bakarken dudaklarından bakışlarına karşılık verdiğim an... öyle yoğundu ki hepsi bir an için yutkunamamıştım. kokteylden aldığım yudumun ardından bir nebze de olsa rahatlarken turuncu saçlı kızın konuşmasıyla bakışlarım ona dönmüştü.
"size inanılmaz yakışıklı ve esprili birini getirdim arkadaşlar. adın neydi bu arada?"
'esprine sokacağım senin az kaldı.' demişti iç sesim ve bu kız hakkında söylediği her cümle gibi yine haklıydı. yüzümde sahte olduğu belli olan ama beni tanımayanların asla ayırt edemeyeceği bir gülüş yer edinirken masadakilere bakmıştım. iki kız dört erkektik. tanıdık olmadığım simalar değildi bunlar. hepsi, bir şekilde çevresinde dolaşan kişilerdi ama tanıyorum da diyemezdim kimse için.
"öncelikle iltifatın için teşekkür ederim ama söylediklerim espriden çok ciddiyet barındırır genelde ve adım jungkook."
gözlerimi diğerlerinin üzerinde şöyle br gezdirsem de asıl hedefimde kitlenmişti kahvelerim ve onun masaya geldiğimden beri gözlerimden ayırmadığı elalarıyla karşılaşmak ruhumu görüyormuş gibi hissettirmişti bana. çok derin bakıyordu, çok derindi.
"jeon jungkook."
bingo. yakalamıştım. alt dudağını ısırması, göz bebeklerinin büyümesi ve yutkunması...yakalanmıştın ela gözlü çocuk. beni biliyor, tanıyordu. beden dili 'ben zaten tanıyorum seni.' diye bas bas bağırırken beynimde yankılanan sesi dolmuştu zihnime 'jeon.' adımın tamamını bildiğini hatta hakkımda daha fazla şey bildiğini ama bunu gizlemeye çalıştığını anlayacak kadar çözmüştüm onu.
"memnun oldum jungkook, ben de mark. tek mi geldin partiye? partnerin yoksa sana birini ayarlayalım hemen."
bakışlarım solumdaki çocuğa dönerken birini ayarlamak lafının lisede kaldığını düşündüğümden bir anda duyunca kahkahamı bastırmak zoruda kalmıştım. tanrı aşkına birini ayarlamak aşırı ergence bir laf değil miydi? ya da bana mı öyle geliyordu bilmiyorum ama bu, karşı tarafa saygısızlıktı bir nevi. ne yani ben kendim ilişki yapamayacak kadar aciz miydim? sikerler. elimdeki kokteylden son yudumu da sakin bir tavırla içmiş, üzerimde hissettiğim merak dolu bakışların altında mark denen çocuğa cevap vermiştim.
"tek değilim. şu pistte dans eden sarışın ve masanıza uğrayan uzun boylu adamla beraber geldim."
başımla arkamda kalan pisti işaret edip jimini göstermiş sonra da göz ucuyla, o olduğuna bile emin olmadığım, en arkadaki koltuklarda yanında siyah, uzun saçlı bir kızla oturan asker tıraşlı adamı gösterip konuşmuştum. herkesin bakışı sırayla işaret ettiğim kişilere dönerken bir tek o kılını bile kıpırdatmadan bana bakmaya devam ediyordu.
çünkü biliyordu, daha biz masaya geçer geçmez görmüş olmalıydı kimlerle geldiğimi ama biz oradayken o arkadaşlarının yanında değildi. çünkü orada olsaydı benimkiler anında söylerdi. beni izlediğinden hep emindim aslında hatta bar kısmında otururken bile sırtıma batan dikenlerin sahibi de oydu, biliyordum. dedim ya umursamamaya çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fallen star | taekook
Fanfiction"bir sigara sardım ve tanrıdan seni diledim." |slow & burn|