sümbül ve sigara

49 14 16
                                    

dönüp duruyordum, saatin bilmem kaç olduğunu bilmediğim bu boğucu gecede. her gecem gibi istisnasızlığını gururla gösteren boğuculuk, yatıya kalan misafir gibi gitmek bilmiyordu ruhumdan. daralıyordum, hem de çok fazla. hem her şey aynı hem de bir şeylerin farklı olması gerektiği noktadaydı hayatım. altüst olmak istiyordum, ben aşık olmayı öyle istiyordum ki iliklerime dek özlemeyi özlemiştim.

hiç tatmadığım, ciğerlerimi delivermesini umduğum bir aşkaydı özlemim. başka türlüsü de yoktu zaten gözümde. hayır, daha önce aşık olmamıştım. hoşlantıdan öteye gitmemişti insanlara olan hislerim ama bu beni olması gerekenden daha fazla olgunlaştırmıştı.

dışarıdan bakıldığında buz gibi durduğumu söyleyen ağızlar, devrilen ve yüzümden hissettiklerimi okumaya çalışan gözlere alışmıştım bile ama onlar bu hale geliş nedenimi asla anlamayacaklardı.

sevgisizlik, beni soğutmuştu. buz kesmiştim heveslere, umuda ve ufacık kıpırtılara bile. öyle ya şu an bir türlü uyuyamayışımın sebebi de buydu. yirmi üçünde, başımı okşayanımın olmayışındandı. nasıl göründüğümün değil de ne gördüğümü merak edenimin olmayışındandı, sevilmeyişimdendi.

düşünmeye bir son vermem gerektiğini bir anda kesilen nefesimle zar zor idrak edip yataktan doğrulmuş şarjdaki telefonumu da alarak odadan hızla çıkmıştım. benim bir an önce balkona çıkıp hava almam lazımdı. halıya takılıp kıl payı düşmekten kurtulmuş, oflayarak balkona çıkabilmiştim sonunda. anında yüzüme çarpan soğukla kendime gelirken öyle derin bir nefes almıştım ki yanmıştı ciğerlerim.

"oh."

kafamı kaldırıp gökyüzüne saldığım buharla sonunda bir nebze de olsa rahatlamıştım. temiz hava ya da soğuk mudur iyi gelen bilmem balkona çıktığım gibi susmuştu zihnim. gözlerimi yıldızlardan çekip küçük balkonumdaki iki sandalyeden birine oturup sırtımı duvara vermiş, telefonumu da önümdeki masaya bırakıp karşı binaya bakmıştım.

alışkanlıktı bu. bir yere gittiğimde insanlardan önce ortamı incelemek, kim var kim yok diye herkesin suratına bakıp hafızamda gereksiz yer kaplamaktansa hiçbir zararı olmayan bir saksıya çarpardı gözüm ya da duvarda asılı bir tabloya.

şimdiyse yapımı biteli üç dört hafta olan ve bitene kadar beynimi kemiren, evimde bile kimi vakitler kalamadığım binayı inceliyordum. tek bir ışık dahi yanmıyordu ki bu çok normaldi. çünkü beş ya da altı pencerede perde olduğunu varsayarsak henüz yeni yeni taşınıyorlardı. bir de göz ucuyla telefondan saate baktığım vakit gördüğüm gecenin üç buçuğunda gayet normal bir durumdu bu.

eylül ayına girer girmez ektiğim sümbülün yanında duran sigara paketini elime alırken saksının yerini değiştirip masanın üstüne koymuştum. belki o da izlemek isterdi benimle bu gece yıldızları, henüz uyuyordu gerçi ama olsun belki güzel rüyalar görürdü açana kadar. yüzümdeki buruk tebessümle açtığım paketten mor çakmağı ve kalan tek dal sigarayı çıkarmış, dudaklarımın arasına yerleştirip yakmıştım.

sanki on on beş dakika önce nefessizlikten duramayan ben değilmişim gibi ilk nefeste kırk yıllık içici gibi çekmiştim zehri içime. aslında çok sık içmezdim sigarayı hatta o kadar az içerdim ki tanıdık bir sima beni öyle görünce hayret ederdi. sanki elime sigara değil de silah almışım gibi tepki verirler, gözlerimi devirip dumanı inadına yüzlerine üflememek için dişlerimi sıkmamı sağlarlardı. neyse ki evdeydim, saat gecenin dördüne geliyordu ve yalnızdım.

ya da ben öyle sanıyordum. tam karşımda, daha doğrusu daire olarak tam benim dairemin karşısına denk gelen ve yeni yapılan binadan süzülen sigara dumanını görene kadar yalnızım sanıyordum. idrak etmem biraz zaman alsa da, bunun sebebi zerre ışık olmamasıydı, arada bina girişleri dışında fazla mesafe olmayan bu binanın tam karşı dairesinde benim gibi sigara içen biri vardı.

fallen star | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin