0.5

418 53 131
                                    

Okul kantini her zamanki gibi hareketli. Öğrencilerin sohbetleri, kaşık şıngırtıları ve masalardan yükselen kahkahalar ruh halimi iyiden iyiye bozuyor. Semih ve Kenan'la birlikte oturmuş, onların üzerlerine giydiği uzun kollu formalara imrenerek ve bitmek bilmeyen şakalaşmaları eşliğinde talaş tadında bayat kantin çayının tadını çıkarıyorum. Hava güneşli gibi göründüğü için kısa kollu olan formamı giymiştim sabah. Meğerse çok büyük bir hataymış, son derse yaklaştıkça anladım.

Sabah saatlerinde kendini gösteren canlandırıcı güneş, yerini sonbaharın o sinsi soğukluğuna bıraktı. Kollarımı kendime dolayarak sahip olduğum o azıcık sıcaklığı da içimde tutmaya çalıştım. Semih ve Kenan bir şey anlatıyorlardı ama onların sözleri bile bana uzak geliyor şu an. Odağımda nihayet üçlü kız grubundan kurtulmuş kalorifer var sadece.

Sonunda... Semih ve Kenan'a çenemle kaloriferi işaret edip çayımı da alarak kimse kapmadan kalorifere yapıştım. Kantinden aldığım çay hem elimi hem içimi ısıtıyor, 10 liradan alabileceğim, tadı hariç, en iyi verimi alıyorum. Kaloriferin sıcaklığı rahatlatıcı geliyor ama soğuğu tamamen kovmaya yetmiyor elbette.

Bakışlarım dışarıya, rüzgarda dans eden altın sarısı sonbahar yapraklarına döndü. Okula gelmek için sabahın köründe kalkmak zoruna kaldığım için birazcık sıcak görünce gözlerim ağırlaşmaya başladı. Bu gürültüde uyumak imkansız, zaten ölüyü bile uyandırır bu yaratıklar. Havaya aldırmadan -benim dışımda herkes kendini soğuktan koruyacak bir şey almıştı yanına tabii- top oynayan öğrencilere gözüm takıldığında aklıma bir hafta öncesi, Jude abi geldi.

Bende numarası yoktu, ortak arkadaşımız da yoktu. Cumartesi gününden beri bırak konuşmayı, onu görmemiştim bile. İşte... Koca bir haftayı geride bırakarak onu görmeden cumaya varmışım. Güzel vakit geçirdiğimize ve onun da beni sevdiğine inanıyorum, yani bir şekilde mutlaka tekrar buluşurduk.

İti an çomağı hazırla ya da iyi insan lafın üstüne gelir - konu Jude abi olunca hangisini kullanmam gerektiğini gerçekten kestiremiyorum.

Hırkası omuzlarıma dökülene kadar Jude'un yaklaştığını fark etmedim bile. Herif saha dışında bile kör noktadan yaklaşma taktiği uyguluyor. Onu görmesem bile, kokusunu irkilmemi engelleyecek kadar kısa bir süre de tanıdım. Jude abi, sıcaklığından anladığım üzere, üstünden yeni çıkardığı buram buram 'O' kokan hırkasını üzerime bıraktığında hazırlıklı olmak bir işe yaramıyor ve şaşkınlığını gizleyemiyor insan, orası ayrı mevzu. Beklemediğim bu jest yüzünden ona döndüğümde, ağzımdan bir şaşkınlık ünlemi çıktı. Jude abiyse bunu görmezden gelerek hırkasının kollarını bileklerimden geçirmeye çalışıyordu. Başını iki yana sallarken yüzünde onaylamaz bir ifadeyle cıkladı. Kaşları her zamanki hafif huysuz ifadesini gösterecek kadar çatıktı.

"Dışarısı buz gibi Arda. Hasta olmaya mı çalışıyorsun?" dedi, sesi alçak ama sertti, yine de kulağıma oldukça kibar geldi. Ona yardımcı olmak için çayımı dökmemeye dikkat ederek kollarımı kaldırarak hırkayı bana giydirmesine izin verdim.

"Sabah güneşliydi be abi," diye mırıldandım kendimi haklı çıkarmaya çalışarak, hem minnettar hem de mahcup hissediyorum. Normalde reddederdim ama hava kaldıramayacağım kadar soğuktu ve Jude abi zaten uzun kollu kışlık formasını giymişti. Bu yüzden Jude eğilip düğmelerimi iliklerken olabildiğince uslu durdum. Elleri ince okul formamı yok sayacak kadar sıcaktı, parmakları sanki doğrudan karnıma dokunuyor gibi. Panikle ne yapacağımı bilemeyecek boşta olan elimi omzuna koydum, düzenlemeye çalıştığım nefesim sıkılaştı.

Jude, tek kaşını kaldırarak omzunu gözleriyle işaret ettiğinde sıktığımı fark ettim. Ağzımın içinde bir özür mırıldanarak ateşe değmiş gibi anında elimi çektim. Jude abi çok uzatmadı, en alttaki düğmeyi iliklemek için eğilirken kafası neredeyse göğsüme değiyordu. Yüzüm, tanıdık yakınlıkla kızarırken, bundan kaçmak için gözlerim tekrardan dışarıya kaydı. Onun bu samimi hareketlerine alışıyorum.

5:15 | jude'ardaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin