1.2

149 29 37
                                    

Başımı öne eğip, hocanın sorduğu sorulardan kaçınmak için not alıyormuş taklidi yapıyorum. En sevdiğim ders olmasına rağmen Şenol hocayı dinleyecek halim yok.

"...Düğmenin ilkini yanlış bağladık, arkasından bağlamaya çalışıyoruz. Zaten ilki yanlış..."

Şenol hocanın dediklerine kitleniyorum, Jude itinden sonra sanki herkes bana ima yapıyormuş gibi geliyor. Felsefe kitabımın kenarında geçen haftadan kalan tükenmez kalemle çizmiş olduğum Jude ve benim top oynarken çizimimiz var.

Sınıfın kapısı açılıp kapanıyor ama Jude'u temsil eden çöp adamı karalamakla meşgul olduğum için kafamı kaldırıp bakmıyorum. Şerefsiz herif, tüm gün aklımdan çıkmıyor.

"Hocam kusura bakmayın. Fatih Hoca, Arda Güler'i çağırıyor da,"

Tanıdık bir ses tonu kulaklarımı doldurduğunda inanamayarak başımı kaldırıyorum, gelen gerçekten Jude. Okulun futbol takımında olanlar boş zamanlarında antremanda olduğundan nöbetçilik yapmıyor diye biliyorum ama boynunda asılı nöbetçi öğrenci kartı bunun aksini söylüyor.

Kaşlarımı çatarak ona baktım ama o Şenol hocaya bakıyor, gözlerimize buluşma şansı vermiyor bile.

"Tamam oğlum, ses etmeden gidin." dedi Şenol hoca, yaktı beni. Fatih hocanın beni gerçekten çağırmadığını bilerek bakışlarımı Jude'un üstünden çekmeden ayağa kalktım.

Yanımda oturan Kenan, okul formamı çekiştirip 'hadi yine iyisin' dercesine güldü. Muhtemelen Jude'un beni dersten kaçırıp iyilik ettiğini sanıyor çünkü dün olanları onlara nasıl anlatacağım hakkında bir fikrim olmadığı için henüz anlatmamıştım.

Jude önde ben arkada merdivenlerden indik. Aramızda daha büyük şeylerin habercisi olan bir sessizlik var. Pazartesi günü Kerem abi yüzünden yeterince tepki göstermemiştim, söylenmemiş sözler göğsümü deliyor resmen. Bu yüzden onun, beni boş bir sınıfa yönlendirmesine izin verdim.

Jude benden olabildiğince uzak durarak benim için kapıyı açtı. Uzatmadan içeri girerken Jude'un kapıyı arkamızdan kapattığını duydum. Aramızda mesafe bırakmaya çalıştığı belli. Beni korkutmak ya da rahatsız etmek gibi şeyleri düşünmeyi şuan akıl edebilmesi de ayrı komik. Ona olan öfkem hala taze. En öndeki masanın üstüne oturdum.

"Arda," dedi o da benden uzakta ama kısık sesle iletişim kurabileceğimiz bir yere otururken. Onun ağzından ismimi duymanın bende ki etkisi maalesef ki hala aynı. Şerefsiz herif, beni bir hafta boyunca oynatıp durmuştu antreman ayağına. O biçimsiz İngiliz aksanıyla ismimi söyleyince tüm dikkatim dağılıyor.

Ama hala gözlerime bakmıyor, sinirle sesli bir nefes veriyorum. Duş alırken ve uyumaya hazırlanırken pratik yaptığım onunla kavgada söylenecek sözler dilimin ucunda, konuşmasına devam etmesini bekliyorum.

"Özür dilerim."

Çalışmadığım yerden geldi. Ne için özür diliyor kestiremiyorum, söylediği şeyler için mi yoksa hissettikleri için mi tam olarak emin değilim. Alaycı bir şekilde sırıtarak kollarımı göğsümde kavuşturuyorum.

"Özür mü dilersin? İyi misin olm sen? Sence tüm bunlar bir özürle düzelir mi?"

"Hayır yani demek istediğim-" cümlesini toparlanmaya çalışırken derin bir nefes aldı, ama bitirmesine izin vermedim. Eğer cümlesini bitirirse kendi kafamda kurduğum üstünlüğü kaybedecekmiş gibi hissediyorum. O yüzden daha önce ezberlediğim kelimeleri cömertçe tükürdüm.

"Ne? Ne demek istedin? Yine aynı şeyse konuşma. Senin böyle şeyler hissetmen..." Yutkundum, böyle şeyler. Onun hislerini sansürleme aracım olan bu iki kelime her seferinde yanaklarıma ısı taşımayı başarıyor.

5:15 | jude'ardaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin