Justin'in bu konuda, bu kadar otoriter ve ciddi olabilmesi önemli derecede şaşırtıcıydı. Okuldan geldiğinden beri bana Amerika Tarihini öğretme çabasındaydı. Eve 14.00'da geldi ve gelir gelmez kuralları koydu:
" Bugün yedi sayfa geçeceğiz. Her sayfada sana beş soru soracağım, hatalı cevapta sayfanın başına döneceksin. Yedi sayfa da bitince küçük bir yazılıdan sonra serbestsin." dedi ve kalın tarih kitabını sertçe masama koydu. Şaşkınlıktan göz bebeklerimin büyüdüğüne emindim. Çalışmaya başlayalı bir saat olmuştu ve ben ikinci sayfaya altıncı kez başlıyordum. İnanılmaz ama sorduğu sorular gerçekten kazıktı. Bayan Greey bu kadar zor sorsa kesin tarihten kalırdım. Ama Justin yani Bay Bieber - dersteyken ona böyle hitap etmemi söylemişti- o kadar ciddi, otoriter ve sert davranıyordu ki ders çalışma konusunda ona itiraz bile edememiştim. Dersten kafamı kaldırdığım an elime bir cetvel yiyecekmişim gibi hissediyordum. Ben sayfaları tekrar tekrar tekrar ve tekrar okurken o ise yanımda oturmuş bana soracağı soruları hazırlıyordu. Cidden sıkılmıştım ve buradan kaçmak için bir bahane arıyordum. Tabi ki buldum. Aslında pek yaratıcı değildi ama işimi görürdü:
" Su içip gelebilir miyim?" kafasını kağıttan kaldırıp bana baktı ve sertçe " 10 saniyen var." dedi. İçimden attığım kahkahayı tabiki duymadı. 10 saniyeymiş! Tabi buraya geri gelmeyi düşünmüyordum. Masadan telefonumu alıp odadan çıkacakken gözleriyle telefonu işaret etti ve " O burada kalıyor." dedi. Telefonu bırakıp odadan çıktım. Merdivenleri hızlı hızlı indim. Austen aşağıdaydı. Telefonunu aldım ve tek kelime etmesine izin vermeden evden çıktım. Debby'nin numarasını tuşladım ardından telefonu kulağıma götürdüm:
" Bir şey mi oldu, Austen?"
" Benim, Miley. YeniAy Kafe'ye gel."
" 20 dakikaya oradayım kuzum." söylediğim kafe eve pek uzak değildi. Yavaş adımlarla yürümeyi tercih etmiştim. Kafe dışardan bakılınca tamamen siyah, beyaz ve kırmızı renkleri ile görünüyordu fakat bunun nedenin kafenin duvarı değildi. Kapının olduğu kısımda duvar yerine cam kullanılmıştı ve geri kalan üç duvar siyah renkli ve üzerinde küçük yıldızlar bulunduran bir şekilde boyanmıştı. Sandalyeler is kırmızıydı. Cam kenarında bir masaya geçtim. Yanıma gelen garsondan sert bir mocha istedim ve Amy'yi beklemeye koyuldum. Kahvem bitene kadar gelmişti. Karşımdaki sandalyeye oturdu.
" Hadi anlat bakalım. Noldu? Niye okula gelmedin ve beni niye Austen'den aradın?" aslında şuan yapmak istediğim son şey bile değildi olayları anlatmak. O yüzden geçiştirdim.
" Okula gelmek istemedim. Telefonu da kaptırdım diyelim... Sen ne yapıyorsun, hem Damon ortalıkta yok?" ilgisini başka bir konuya çekmeyi başarmıştım.....
Damon ile Debby son zamanlarda biraz fazla takılıyorlarmış. Hatta iki gün önce, bir günlüğüne Chicago'ya uçmuşlar. Amy ballandıra ballandıra gezdiği yerleri anlatırken saat 18.00 olmuştu. O beni arabasıyla eve bırakırken yolda can alıcı bir haber verdi.
" Liam bugün seni sordu." anında bakışlarımız buluştu. Tepkimi ölçmeye çalışır gibi boş bakıyordu. Ben ise bu sıradan bir şeymiş gibi davranıp " Sen ne dedin?" diye sordum. Omuzları silkti ve " Bilmediğimi söyledim." dedi. Konuyu uzatmaya gerek yoktu. O benim arkadaşımdı ve beni merak etmişti. Yani her arkadaş birbirini merak ederdi değil mi? Yinede o Beni Merak etmişti. Bu inanılmazzz. Tanrım iyi şeylerde yapabiliyorsun demek ki? Eve geldiğimizde yüzümdeki sırıtmaya engel olmaya çalışıyordum. " Yarın görüşürüz." deyip arabadan indim. Cebimdeki anahtarla kapıyı açtım. Salonda kimse yoktu. Belli ki herkes odasına çekilmişti. Yukarı çıkıp koridorun başındaki Austen'in odasına gittim ve kapıyı çaldım. Gir sesini beklemeden odaya daldım. Austen kulaklıklarını takmış, kitap okuyordu. Normal şartlarda bu imkansızdı. Yani o pek kitap okumazdı. Kitabın adını görünce imkansız olmadığını anlayıp göz devirdim. " Espri Yeteneğinizi Geliştirin" başlıklı kitap tam onluktu çünkü buna ihtiyacı vardı. Telefonunu yanına bırakıp odadan çıktım ve kendi odama geçtim. İçeri girdiğimde şok içerisindeydim. Justin hala yerinden kalmamıştı ve önünde onlarca kağıt vardı. Dudaklarımdan şaşkın bir " Justin-" kelimesi döküldü ama o devam etmeme izin vermedi:
" Bay Bieber! Seni tekrar uyarmayacağım. Şuraya geç ve bunları çözmeye başla." deyip önündeki kağıt tomarını işaret etti.
" Gerçekten üç saatten beri burada mı oturuyorsun?" Yüzüme bakmadan " Seni kes ve şunları çöz!" diye kükredi. Kesinlikle sinirliydi ve şu an kendini zor tutuğuna emindim. Yanındaki sandalyeye geçtim ve kağıtlardan birini elime aldım. İlk soru Versay antlaşması ile ilgiliydi. Tarihini ve sonuçlarını soruyordu. Bu ve bunun gibi cevaplandıramayacağım en az 20 sayfa soru vardı. Üç saattir bana soru hazırlıyor olma ihtimali karşısında kendimi suçlu hissettim. Kafamı kağıttan kaldırmadan ve çatlak çıkan sesimi önemsemeden konuştum. Ve tabi onun kuralına uyarak:
" Özür dilerim, Bay Bieber." Başımı henüz kaldırmamıştım ama bana baktığını hissedebiliyordum. Bakışları herzaman kendini belli ediyordu zaten. Bir doğal affet gibiydi. Zamansız ve öldürücü. Öncekinin aksine bağırmadan bana susmamı emretti. Sonunda bakışlarımı ona yönlendirip konuştum:
" Bunları çözemeyeceğimi biliyorsun." elimde tutuğum kağıdı ona doğru uzattım. Uzattığım elimi bileğimden yakaladı ve sıktı. Gücünün farkında değildi. Her an ağlayabilirdim fakat yapmadım. Bileğim kesinlikle morarmıştı. Onun uzun ve kemikli parmaklarının izinin bileğimde kaldığına yemin edebilirdim. Aniden bileğimi bıraktı ve kağıtlara yöneldi. Desteyi toparlayıp hepsini tek hamlede ikiye böldü ardından odadan çıktı. Hala kendimi saçma bir şekilde suçlu hissediyordum fakat kendimde arkasından gidecek kadar cesaret bulamıyordum. Çekmeceden bir selobant aldım ve kağıtları birleştirmeye başladım. İşim bittiğinde masanın üzerindeki tarih kitabını alıp ilk sayfasını açtım ve okumaya başladım. Hedefim kitabı bitirmekti. Oyalanarak okuduğum 600 sayfalık kitabı sabah 05.00'a doğru bitirmiştim. Telefonun alarmını yediye ayarladım ve kağıtların başına geçtim. Çözebildiğim bütün soruları çözdüm. Fakat okula nasıl gideceğimi bilmiyordum acayip derecede uykum vardı. Alarm çalınca aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı taradım. Kendime bakınca gözlerimin halini gördüm ve çekmecemden fondöteni çıkarım yüzüme iyice yedirdim bu biraz iş görüyordu. Çantamı ders programına göre hazırlayıp masanın üzerindeki kağıtları bir dosyaya geçirdim ve çantama attım. Üzerime siyah bir kot şort geçirdim üzerime de uzun kollu bir badi giyecektim fakat şortun üzerinde pek hoş durmayacaktı. Bileğimdeki morluğu kamufle etmenin başka bir yolunu bulmalıydım. Siyah bir tişört giydim ve fondöteni tekrar çekmeceden çıkarım bileğime sürdüm. Kolumdaki fondöteni yedirmem biraz uzun sürdü fakat en azında izi kapattım. Okul için hazırdım fakat aşağı indiğimde kimseyi göremeyince kahvaltı hazırlama sırasının bende olduğunu hatırladım. Göz kapaklarımı bile açamazken dolaptan çıkardığım kahvaltılıkları masaya dizdim. Krep için o cıvık hamuru hazırladım ve herkese bir tane olmak üzere beş tane krep hazırladım. Krep tabağını masaya bırakıp tezgahın üzerindeki peynir, salatalık ve domatese yöneldim. Doğrama tahtasının üzerinde doğradığım salatalığın sonlarına doğru bıçak parmağımı kesti. Hemen suyun altına tutum, ardından bir peçeteyle kurulayıp çekmeceden bir yara bandı çıkardım ve parmağıma sardım. Uykulu uykulu kahvaltı hazırlarken bir sakarlık yapmam kaçınılmazdı zaten. Sağ elimin işaret parmağını kullanmadan doğramaya çalıştıklarımda pek bir şeye benzememişti ama yine de masa gayet güzeldi. Herkes yavaş yavaş aşağı indiğinde tahmin ettiğim gibi en son Justin inmişti ve masaya bakıp yemeyeceğini söyledi. Evden çıkmasına yetiştim ve çantamı alıp oturduğu sürücü koltuğunun yanında yerimi aldım. Şimdi hem aç hem uykusuzdum. Arabaya bindiğimi gördüğünde yüz ifadesi beni her an kovabilirmiş gibiydi. İğreniyormuş gibi... Ama yapmadı. Radyoyu son ses açtı ve söyleyebileceğim tüm kelimeleri bastırdı. Şarkı Muse'den Follow Me'di ve kesinlikle metaldi. Okula şarkı bitmeden varmıştık çünkü hızımın 150'yi bulmuştu. Arabadan indiğimde ciddi anlamda midem bulanıyordu. Uykusuzluk, açlık, hız ve metal müzik midemin bulanması için yeterli etkenlerdi. Arabadan indik, kapıları kilitleyip bahçeden içeri girdi. Beni beklemiyordu ve bu halimle ona yetişmem oldukça zordu. En sonunda sıkılıp ona seslendim, ve o da duymazdan gelip okul binasına girmişti.
NABERSİNİZ CANLAR? BU BÖLÜM FENA OLMADI HA? OLUMLU VE OLUMSUZ ELEŞTİRİLERİNİZİ BELİRTİN MİLLET. HA BİR DE @AybukEla_Bieber HESABINDA @ElaNur_Drew İLE ORTAK BİR KİTAP YAYIMLAYACAĞIZ OKUMAK İSTEYENLER TAKİP EDEBİLİR... SEVİLİYORSUNUZ, ÖPÜLDÜNÜZ 😘
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAD BITCH -ARA VERİLDİ-
FanficMiley masumiyetinin paramparça olmuş kırıklarını asla birleştiremeyeceğini sandığı bir anda onun gibi bir çok kırılmış duyguya sahip olan-ama duygusuz sanılan- Justin onun kırık cam parçalarını bazen nefret bazen ihanet ve bazen de sevgi ile birleşt...