§5§

169 14 2
                                    

      "Her yerim kum oldu Li, gerçekten burada mı oturmak zorundayız?" derken bir yandan da gülmeme engel olamıyordum.

       Komik hareketlerle etrafı kontrol ettikten sonra neredeyse yüzünden büyük olan, üstünden hala etiketi sarkan mor güneş gözlüğünü düzeltip bana yaklaştı:

       "Zayn'in gelemeyeceği tek yer su kenarı Bells biliyorsun, su korkusu için Tanrı'ya şükürler olsun." dedi çok ciddi bir şekilde fısıldayarak.

      "Ne zaman öfkesi dinecek sence, 007?" dedim kıkırdadıktan sonra, bu saçma sapan kovalamacayı adeta yeni bir James Bond filmi olarak görüyordu.

     Düşünceli bir şekilde dudağını büzüp ensesini kaşıdıktan sonra "Damatlığın ne kadar mora boyandığına bağlı, ve tabii ki Grace'in tepkisine; eğer o Zayn'i sakinleştirebilirse yüzüme vurmaması konusunda bir anlaşmaya varabileceğimizden eminim." diye cevap verdi.

    Ben kahkahalara boğulurken Liam da büyük bir sırıtışla bana eşlik ediyordu, kahkahalarımın arasından "S-sana m-mor sür-me d-demiştim kaz ka-falı." diyebildiğimde bana dudağını sarkıtarak baktı.

    "Ama mor elbiseye en çok onlar yakışacaktı!" diye isyan etti ve ekledi, "Aslında biraz da senin suçun biliyorsun, birkaç saniyelik yalvarışa dayanamayıp mor ojeyi sürmek gibi kutsal bir görevi benim gibi bir beceriksiz ve deneyimsiz birine vermek... sorumsuzca, Farhampton."

     Ona yapmacık bir alınganlıkla, ağzımı açarak baktım, "Birkaç saniye mi? Tam yirmi dakika boyunca başımın etini yedin Payne. Hem senin ojemi kötü emellerin için kullanacağını nereden bilebilirdim? Oje savaşı yapmayı planlarken gerçekten iyi sonuçlanabileceğini düşündün mü?" derken tekrardan kahkahalara boğulmuştum bile.

     Kahkahalarımdan sıyrılıp ona tekrardan bakabildiğimde sırıtışıyla karşılaşıp ekledim, "Ayrıca gerçek hedefinin benim üstümü mahvetmek olduğunu unuttum sanma." dedikten sonra ona gözlerimi kısarak baktım.

     "Beni yakaladın." dedikten sonra ellerini havaya kaldırdı ve "Teslim oluyorum." diye devam etti. Güldüm ve omzuna vurdum.

     "Aynı yatağın üstünde gelinliğin de olduğunu düşünürsek şükretmelisin, şu an o salak gözlüğü takacak bir yüzün olmayabilirdi." diyerek mor gözlüğünü işaret ettim, oje damatlığın üzerinde kocaman bir leke bıraktıktan sonra beni de bileğimden tutup koşmaya zorladıktan sonra otelin hediyelik eşya dükkanından 'onu saklayacağı' gerekçesiyle almıştı.

     Kendi kafamdaki kocaman Meksika şapkasından bahsetmek bile istemiyordum.

      "Salak mı? Kalbimizi kırıyorsun, Paco'nun ve benim." dedikten sonra elini kalbine götürdü ve bana suratının yarısını göremesem de tahmin edebildiğim kırgın bakışlar atmaya başladı. Ve evet, gözlüğüne bir isim koymuştu.

      "Jose ve ben üzgünüz, bizi affedebilecek misiniz?" dedim Meksika şapkamı işaret edip yavru köpek bakışları atarken. Evet, ben de Meksika şapkama bir ad bulmuştum. Aramızda inkar edilemeyecek bir bağ oluşmuştu ve buna bir isim koymamız gerektiğini düşünmüştüm... Jose.

     "Onun zaten bir adı var biliyorsun Bells, bir sombrero." derken bana hafifçe yaklaşmaya başlamıştı. Güneş batmak üzereydi, sahilin boş bir yerinde kumların üzerinde oturuyorduk ve deniz kokusu her yerdeydi; yapmayı düşündüğü şey için daha iyi bir ortam bulamazdı herhalde.

     "Hem de en iyisi. Ayrıca seninki de bir güneş gözlüğü ama ona Paco diyorsun." diye mırıldandım ona doğru hafifçe kaykılırken.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 26, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Hawaii'de Bir HaftaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin