Kalabalık artıyordu, uğultular kesilmiyordu, rüzgar esiyordu ve ben bir yaprak gibi titriyordum. kaybetmiştim, bir daha onları göremeyecek, kokularını duyamayacaktım. Bir avuç toprağın altına gömeceklerdi onları. Neden bana da bir mezar kazmıyorlardı? Onlar gidince nasıl olsa ben de ölecektim. Bomboştum, duygularım kurumuştu.
Sima ve Esin koluma girmişlerdi. Ağlıyorlardı, acıyı gözlerimin önündeymiş gibi capcanlı görmemi sağlıyorlardı. Semih ve Efe' de önümüzde, cenaze namazını kılıyorlardı. Benim annemin, benim babamın cenaze namazını...
Gözlerimden yaşlar akıyordu ve sadece yanağımdan süzülüşünü hissediyordum. Ağlarken bir acı hissetmem gerekirdi ama o kadar canım yanmıştı ki artık acı vücudumdan devre dışı edilmişti. Hissizdim. Sanki sinir hücrelerim alınmıştı. Yine canım yanıyordu ama sebebini unutup duruyordum. Bir dakika önce annemin babamın öldüğünü bilen ben, birkaç dakika sonra neden ağladığımı unutuyordum. Bir boşluktan süzülüyordum, sonu yoktu. Düşüyordum ama uçurumun dibini göremiyordum.
Hayata dair olan bütün heyecanım, bir balon gibi puf olup gitmişti. Daha düne kadar kurduğum hayallerim, gözüme kara bir leke gibi bulaşmıştı. Önümü göremiyordum, etrafım grimsi bir tabakayla çevrilmişti sanki; her şey bulanık ve uzaktı.
İmam cemaatten helallik istediğinde caminin avlusunda bir cümle yankılandı, aynı cümle benim de kulaklarımda yankılanıyordu. "Helal olsun." dediler, arkadaşlarım, tek tük gelmiş olan akrabalarım, babamın ve annemin iş arkadaşları ve daha önce hiç görmediğim diğer insanlar. Hepsi üzgün görünüyordu ama hangisinin canı benim ki kadar acıyabilirdi?
Onlar evlerine girdiklerinde benim gibi hissedecekler miydi? Onlara bomboş gelecek mi evleri? Dayanamıyorum. Her şey öyle anlamsız geliyor ki nefes almak dahi istemiyorum. Kapalı bir kutu içinde sıkışıp kalmış gibi, karanlığın içinde kıvrılıyorum, canım acıyor, onları kaybetmek istemiyorum.
Fatiha okunduktan sonra ayrılma zamanın geldiğini biliyordum ama yapamazdım, toprağın altı çok karanlıktı. Annem korkardı, çok korkardı. Karanlığın içinde nasıl dayanırdı? Babam, o da korkar mıydı? Benim babam, canım babam. Nasıl koyardım toprağa onları? İkisini de götürüyorlardı, tabutlarını kaldırıyorlardı. Esin ile Sima'nın kolundan hızla kurtuldum. Esin kolumu tutmaya çalışıyordu, önüme geçip beni engelliyordu. Ne oluyor burada? Babamı, annemi götürüyorlardı, neden buna izin veriyorlardı? Esin benim arkadaşım değil mi, niye beni bırakmıyordu?
"Bırak beni, bırak! Annem korkacak diyorum, anlamıyor musun? Anne! Baba!"
Bağırıyordum, hemde delicesine. Onları götürmelerine dayanamam, onlarsız yaşayamam. Esin'in elinden kurtulduğumda annemin tabutunu taşıyan insanların aralarına girdim. Tabutu omuzlamış mezarlığa götürüyorlardı."Bırakın annemi! Bırakın, ne olursunuz bırakın! Annemi götürmeyin." Dinlemiyorlardı beni. Babamın tabutunu taşıyanlara koştum. Onlarda dinlemedi beni. Semih kolumdan tutmaya, beni durdurmaya çalışıyordu. Benim ailemi götürüyorlar, peki arkadaşlarım neden onların tarafında?
Semih'i ittim, tabutu taşıyanları itmeye, bırakmaları için çekiştirmeye başladım. Bırakmıyorlardı, bıraksınlar, götürmesinler onları. Tekrar annemin tabutuna baktım. Bu sefer oradakileri durdurmaya çalıştım. Bir daha göstermeyeceklerdi ailemi. Semih bileklerimden tutup iki yanımda sabitledi. "Dur artık! Onlar gitmek zorundalar." bileğimi sıkıyordu, fakat söyledikleri daha çok yakmıştı canımı. İçimde acıyla harmanlanan bir öfke vardı. Her şeyi yakmak, yıkmak, onları durdurmak istiyordum. Tuttuğu kollarımı ellerinden kurtarıp bütün gücümle, canımı acıtacak bir şekilde yere diz çöktüm. Dizlerimi öyle hızlı vurmuştum ki yere, parçalanmasını istiyordum. Kendimden nefret ediyordum.