SÂHİ! SENİN HİKAYEN NE?

1K 81 22
                                    


İÇİNDEKİ ÇOCUK


Herkesin bir hikayesi vardır. Bazısı için "Hayatımı yazsam roman olur" denilecek türden. Oysa hepimiz için unutulmaz olan yıllar çocukluğumuz ve ergenlik yıllarımızda saklıdır. Ne denli masum gelir yaptığımız her hata. 

Liseden yeni mezun bir üniversiteli için lise de yaptıkları aptallık gibi gelir. İleriki yaşlarda- okul hayatı bittikten sonra- geride kalan her şey "çocukluktu" diye atfedilir. 

Doğru! Her ne kadar büyümek istese de fıtratımız, büyüdükçe acıtır bizi geçmiş yanlışlarımız... Bunlardan sıyrılmanın en güzel vurgusu "Çocuktum." kelimesidir. Çünkü çocukların yaptığı her şey bir oyundan ibarettir. Bunu biliriz ve bu gerçeğe sığınırız günahlarımızla. Yaşlılardan da sıkça duyarız bu savunmayı: "Yaptık bir çocukluk evladım, uzatma işte" :) 

Oysa çocukluk denen şey bazıları için beş yaşında bazıları için on beş yaşında biter. Senden bahsetmiyorum çok bilmiş, tecrübeli, hayatın tozunu yutmuş kardeşim(!)  :)  Seni en perişan eden derdinden bin kat daha büyük dertlerle yaşayanlardan bahsediyorum. 

Mesela göçük altında çaresizce kurtarılmayı bekleyen bir masumdan ya da oyuncak bebeği yere düştüğünde ağlayan bir çocuğun, tecavüz denen canilikle karşılaştığı yaşından. Savaşlardaki masumlara girmeyeceğim bile... Demek büyümek biyolojiden de çok öte bi kavram. Ama karakter edinmek için biyolojik süreçlere mecbursun genç adam ;) 

Sözü uzatmaya çokta gerek yok. Söylesene: Hangimizin hayatı roman olmaya daha değer? 


KESTİK! BAŞTAN ALIYORUZ...


"Melankoliye bağladın hemen, yazıya böyle mi girilir?" diyor olabilirsin. Bu benim stilim değil. Üzgünüm ama doğduğunda şaplağa maruz kalmış biri olarak gerçeklerden kaçman anlamsız. Yani bu hayatın stili. 

Seni sen yapan ve unutamadığın her hatıran; canını en çok acıtan veya seni şoka uğratan zamanlarda saklı değil midir? 

Sıradan gerçekleşen hiç bir şey bilinç üstünde dolaşmaz, ya silersin ya da unutursun. Sende izi olmayan her şey unutulmaya mahkumdur. Oysa her birinde seni sen yapan çok hadise mevcuttur. 

Çokça ağladığın dakikaları özlersin bazen... Seni ağlatan, aldatan ya da canını yakan insanların olduğu tarihlere sararsın aklını. Hatta dayanamaz birde damarından bir parça açarsın. Geçmişine geri döner aynı zamanları bir sezonluk dizi olarak çeker sonra salya sümük ağlarsın. Yatağın sırılsıklam şekilde uyur, sabah kalktığında kurbağaya dönmüş suratına ayna da bakıp "Hale bak ya nasıl çıkacağım insan içine. Hay senin aklına!" deyip bir kaç saat önceki depresif tutumuna saydırırsın. 

Vazgeçer misin? Asla!

İki gün sonra birileri yine hayatına limon sıkar. Yine oturup drama bağlarsın. Örnek cümlelerden bir kaçı şöyledir:

*Neden hep böyle? Neden hep mutsuzum? 

*İnsanlar neden bu kadar hain? 

*Hayır, Siz zavallısınız! Bir kerede düzgün bir insan girsin hayatıma. Kime güveneceğimi şaşırdım.

 *İyi olayım diyorum, zorla yoldan çık diyorsunuz yaptıklarınızla! 

*Hep kendimden ödün veriyorum. Sussam bir  türlü konuşsam bir türlü. 


Uzar gider liste. 

Üzgünüm ama insanlar en hassas yerinden yakalar seni. Kendi fikir dünyalarına göre bir iki kelam eder ve yaşamaya devam ederler. Hayatının içine gül goncası eker(!) giderler yani. Yazın camiasına RTÜK uğramaz, Cami Jandarmaları da; ama olsun ben yazayım tatlı dille, siz yerleştirin "Bip" lenecek bir kelime... :-/ 

Velhasıl, düşe kalka devam edersin hayata... 

Yaşadıklarına tanık olan çokça kişi olsa da hepsi başrolü paylaşmaz. Bazen en yakınların hatta ailen figüran olarak yer alır. En değerli zannettiklerin ama beş para etmeyen insanlarsa başrolü paylaşıp giderler hayatından... Bazısı gitmez tabi, ya gidemez ya gitmesine izin veremezsin. Senaryonun tıkanacak olması seni korkutur. Çünkü senaryo tıkanırsa film bitecek. İşte bu herkes için uçurum kenarında sallanma noktasıdır. 

Hayatımızın başrolünde tek olduğumuzu unuttuğumuz sürece bu sancılar ve gereksiz maceralar hep devam edecek. Üzgünüm ama hayat şaplağı her zaman ilk merhaba dediği yerden atmıyor. :) Bazen kalbin bazense beynin de kalıyor en acı enkazın... 


YA SONRA...


Evet, Herkesin bir hikayesi vardır.  Kimisi için özel kalır, kimisi içinse pişmanlıktır ve belki bir samimi tevbeyle geride kalmıştır. Hikayeni anlatırken hep es verirsin o kısımlarda. Boğazın düğüm düğüm olur. Ben o kısma daha çok ameliyat sonrası evre diyorum :) Hani şu söküp attığımız hayatlarımız ve hayallerimizin olduğu evreler. Tedavisi uzun sürer. Çok şeyler giderken senden, çok tecrübelere inkılab eder. Her şeyin ne kadar boş ve geçici olduğunu anladığımız ama çoğumuzun tekrar tekrar aynı hataları yapmaktan geri kalmadığımız zamanlardır onlar. 

Ne kadar aptalca değil mi? Israrla elini yakmak için direnmek, ısrarla ateşe koşmak...


Arkana dönüp bir baksana, eski fotoğraflarına ya da. 

Çocukken kimseyle paylaşmadığın oyuncakların,üstünden çıkarmadığın hırkan, çocukluğunu sırt sırta geçirdiğin kankaların nerdeler? Hepside tozlu albümlere bakıldığında hatırlanır oldu öyle değil mi?  Canını en çok yakanları unutamasan da hiç birinin o albümlerde yeri yoktur. Bırak hayallerinde de olmasınlar. Çıkart hayatından gereksiz başrol oynayanları. Çoğu figüran bile olamayacak kapasitesizlikteler. ;) 


Ahh, Sahi!  Sonlu olan bir şeye neden bağlanır ki insan? Körü körüne bağlanmak değil midir bu?Sonlusun, eline geçen her şey sonlu, bir çok planın tuzla buz oldu. 

Hani şu çok sevdiğin fani mahbublar nerede? Hani ölümüne bırakmaz dediğin? Peki ya zenginliklerin? Hepsi elinden uçup gitmedi mi? Hepsi batıp gitmedi mi? Düşünsene aşkın ömrü bile 2 yıl 8 ay diyorlar.  "Seni sonsuza kadar seviciğiiim Nalan!" diyen jön çoktan toprağa karıştı. Nalan'sa kim bilir kimlerle :D

Yani diyorum ki şaplak sevdalısı arkadaşım: Bir bebekten farkın yok! 

Anne karnında sana lazım olmayan çokça duygu ya da organa sahipsin. Orada görmen gerekmez hiç bir şeyi ama göz taşırsın. Su içerisinde bir balık gibi aylarca kalırsın, akciğerin o süreçte oksijenle tanışamaz ama akciğeri barındırırsın. Koşman yürümen gereksizdir anne karnında ama ayaklar taşırsın... Duygularında seninledir ama doğmadıkça ağlamakla tanışamazsın; yine de göz yaşı üretecek her şey tasarlanmıştır minicik bedeninde. 

Dünya denen mecraya vardığında fazlasıyla lazım olan bir çok cihazata sahiptir bebek. Mükemmel bir intizamla yaratılmış, ama bambaşka hayata gebe duygularında dercedildiği bir beden. Sonsuzluk Dünya'da yoktur ama onu da taşırsın. Kainatta bir Rahimde yaşamaya devam eder gibisindir. Vakti zamanın geldiğinde yeni bir aleme doğmak için ölmek üzere... 


Demekki yepyeni bir hayata gebeyiz. Demek ki sonlu değiliz. Ne albümlerde saklıyız,ne geçmiş hatıralarda ne de es vererek atladığımız yarım yamalak hikayelerde. 

Evet herkesin bir hikayesi vardır. Ölüp gittikten sonra en fazla 100 yıl daha hatırlanacak. Yani kimse tarafından itibarı kalmayacak... 

Peki ya sonra? 

Nacizane tavsiyem Ölmeyecek gibi yaşama... 

Sahi! Senin Hikayen Ne?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin