Corvo, Kraliyet Sarayı'nda bulunan odasından çıkıp aşağıdaki ortak salona doğru ilerlemeye başladığında daha karısı uyanmamıştı fakat, oğluyla kızı muhtemelen çoktan uyanmış şu an bahçede koşuşturuyordu.
Üçüncü kattan aşağıya inen merdivenleri yavaşça inip, birinci kattaki boy aynasına iyice yaklaştı. Dağılmış uzun, kahverengi saçlarını özensizce düzeltip ortak salona kenetlenmiş rotasını değiştirmedi. Ayaklarında gece avından kalma çamur ve kan karışımlı lekeler, gömleğindeyse bir iki yırtık vardı. Avdan gece gelmiş, Lord Wrees, Lord Qerrt, Lord Pret'i uğurladıktan sonra gerideki üç dört askeri kraliyet kamplarına yollamıştı. Şimdiyse kendisi gece odasına gelip uyumuş, sabah olmuştu. Salona gidip annesini görmesi gerekiyordu. Ardından Başkent'in nabzını yoklamak için sokaklarda yürümesi gerekiyordu. Bazı vergileri, ticaret işlerini ve ona benzer şeyleri babası Kral Melen yokken yapmak zorundaydı. Küçük kardeşi Achtril olsa bu işleri kesin ona yıkmak isterdi fakat yalnızdı. Gerçeği söylemek gerekirse o kadar da istekli olduğu söylenemezdi.
Üç gün sürmüş avında on tane domuz, birkaç tane tavşan ve kirpi avlamışlardı. Çok verimli geçmişti ve adamları epey yormuştu. Ava daha çok süre ayırmak istiyordu, Başkent'in sert ve yoğun havasından bir süreliğine bile kaçmak onu rahatlatıyordu. Bu koca şehirde onun yapması gereken en önemli işse Uzunşehir'den gelen malları kontrol etmekti fakat son iki aydır gelen mal azdı ve buna karşı şehrin bir bahanesi vardı: Üretim azalmış, şehir hayaletleşmişti. Fakat Corvo elbette buna inanmıyordu. Bir gün kral olduğumda hepsini çözeceğim, diye iç geçirdi. Evet, babası öldüğü zaman -bunu istemiyordu fakat aynı zamanda tahtı arzuluyordu. Tahtı arzulamayan kişi olmazdı gerçi- ilk krallık hakkı onunda. O Achtril'den sekiz yaş büyüktü. Dış görünüş olarak bakıldığındaysa Achtril'den daha kısa boylu ve zayıftı; aksine Achtril uzun boylu, iri, geniş omuzlu, kilosu yerinde birisiydi ve ikisini yan yana koyunca Achtril'in abi olduğu söylenebilirdi. Fakat Corvo bunu asla kabul etmezdi. Annesinin gözünde de tam bir kral ve babaydı. O tamı tamına bir erkekti. Fakat Achtril annesi Kraliçe Kristie tarafından kral olarak hiç görülmezdi. Bunlar farklı meselelerdi.
Corvo, ortak salona geldiğinde annesi de oradaydı; şaşılmadık bir durum. İki haftadır kralın dönüş günü erteleniyor veya kral seferi uzatıyordu. Hala gelmemiş, bir haber de vermemişti. Durum böyle olunca karısı her sabah ortak salona geliyor -daha Güneş doğmadan- kocasının kapıdan girişini görmeyi hayal ediyordu. Ve böyle zamanlarda oğluna çok ihtiyacı vardı, bu yüzden Corvo avı olabildiğince kısa tutup Başkent'e geldi.
"Leydim," bu onun annesine şakacı zamanlarındaki hitap şekliydi. Böyle hitap ettiği zamanlarda muhakkak annesini neşelendirmeye çalışırdı, fakat bugün annesinin neşenelecek bir ruh hali olmadığı görülebiliyordu. Annesi oğlunu gördü, suratında ufacık bir tebessüm belirse de kaygısı o tebessümün büyük bir bölümü kapatıyor, gökyüzünden topraklara inmiş gökkuşağı güzelliğindeki suratını çökertmeye yetiyordu.
"Hoşgeldin, oğlum." kalkıp oğluna sarıldı ve onu yanağından en içten duygularıyla öptü: "Avın nasıl geçti, iyi bir şeyler yakalayabildin mi?" Corvo, annesinin yanındaki sarı, büyük koltuğa oturup rahatça yayıldı. Yorgunluğunu atması için en iyi yerlerden birisinin burası olduğunu biliyordu. Birazcık zaman öldürse kimseye zararı dokunmazdı. İki hizmetçi geldi. Uzun boylu, sarışın olan Ellen'ın elinde bir tepsi, diğer kızıl saçlı olan hizmetçi Daren'in elindeyse bir çay fincanıyla çaydanlık vardı. İkisi prensi görünce küçük bir hata yaptıklarını zannettiler. Daren elindeki fincanları gösterdi:
"Özür dileriz. Sizin geldiğinizi bilmiyorduk Lordum." telaşlıydı, ikisi de. Lord, durumu anladığından ikisini de kırmak istemedi: "Ah, önemli değil. Bu benim hatam. Sizlere haber vermem gerekirdi." Gülümsedi ve annesini gösterdi: "Annem şimdilik içebilir. Ben az sonra gelip kendim alabilirim." İki hizmetçi kız da durumdan memnun görünüyordu.
Ellen, tepsiyi kraliçenin önündeki altın bacaklı sehpaya koydu, Daren fincanı ve çaydanlığı yerleştirdikten sonra fincanı yeşil çayla doldurdu. "Kızın nasıl Ellen?" diye sordu lord. Ellen henüz yirmibeşlerinde, güzel bir kızdı. Sadık ve güler yüzlüydü. Kraliçenin seçtiği üzere: Beyaz bir pantolon, ve sarı gömlek giymiş, kraliyete yakışacak zarif, siyah kurdeleli şapka takmıştı. Bu kıyafeti Daren de giymişti elbette, hatta tüm kraliyet hizmetçileri giymişti.
"İyi lordum, teşekkür ederim. Bilge Şifacı'nın verdiği ilaçlar sayesinde son bir haftadır çok iyi. Çok teşekkür ederim." Minnettar bir şekilde gülümsedi. İki hizmetçi reverans yapıp salondan ayrıldığında çayın kokusu etrafa yayılmış Corvo'nun burnunu gıdıklamıştı.
Güneş, arkalarındaki gümüş çerçeveli pencereden içeriye yavaş yavaş sızıyordu. Kraliçe oğluna döndü: "Babandan hiç haber aldın mı?" Corvo, kadının elindeki fincanın yavaştan titrediğini gördü. Olayı yumuşatmalıydı:
"Hayır, anne. Bence endişelenecek bir durum yok. Yani en kısa zamanda gelecektir, daha önce de gidip haber vermemiş ve seni kaygılandırmıştı. Muhtemelen işi uzamış veya başka şeylerle meşgul olmaktan sana haber yollayamamıştır." annesi için bu cümlelerin yetersiz olduğunu bildiğinden ellerini ellerinin içine aldı. Kadının elleri Corvo'nunkilere göre daha soğuktu ve yıpranmıştı. Corvo, gülümsedi ve daha da inandırıcı olması için kraliçenin gözlerine baktı: "Babamın sağ salim geleceğinden eminim anne. Bu kadar telaşlanmana gerek yok. O, Işık Krallığı'nın yüce kralı Melen. Birkaç kaçakçıyla kolayca mücadele edecektir, birazcık yaşlanmış olsa da. " biraz güldü ve annesini izledi. Kadın birilerinin onu teselli etmesini beklermiş gibiydi, ruh hali değişiverdi ve yüzündeki gülümseye büyüdü:
"Ben de öyle tahmin ediyorum... fakat içimden bir ses şehir muhafızlarından bir grubu güneye yollamamızı söylüyor.... bilmiyorum. Belki de... belki de sen gitmelisi Corvo."
Lord, annesine tekrar baktı: "Bir grubun buradan güneye ulaşması uzun sürer ve bu sırada babam dönebilir. Güneye gönderdiğimiz grup sadece zaman harcamış olur. Ben gidersem bu şehirle ve krallıkla kim ilginecek anne? Achtril mi?" Achtril kelimesi annesinin bakışlarını değiştirmeye yetti:
"Denizgözü, Üsttepe ve Dikentepesi'ne kadar yolu var fakat krallığı Achtril'e bırakamazsın oğlum. Sen bir kral gibiyken o hala hayallerde yüzen bir çocuk."
Evet anne bir çocuk fakat nedense ordu işlerini babamdan iyi anlıyor, diye düşündü. Annesini kırmak bu durumda hiç de iyi bir hareket olmayacağından aynı çizgide sözlerine devam etti: "Evet anne. Şimdi gitmem ve bazı yerleri gezmem gerekiyor, kendine iyi bak." Annesini yanağından öpüp ortak salondan çıktı ve sarayın çıkış kapısına uzanan mermerli yolda adımlarını atarken kapıda sağlı sollu koyulmuş Güneş heykelleri gözüne çarptı. Çıkış kapısından ilerledi ve birkaç adım sonra ağır şehrin havasına alışmak için derin nefesler aldı. İşte, uzun bir şehir önünde açılmış onu bekliyordu.
Sarayın solunda uzanan Altınoda Sokak'ında satıcılar çoktan kurulmaya başlamıştı, ve önünde bir adam elinde maymunla birkaç altın kapmak uğruna maymuna numaralar yaptırmaya çalışıyordu. Lakin sonuç kocaman bir hiçti: Maymun ya yeteneksizdi ya da adam maymunun dilinden anlamıyordu. Şimdi hana gidip bir şeyler içebilirdi veya Denizgözü'ne yol alıp denizin karşı tarafındaki Dikentepesi'nden gelen erzaklara göz gezdirip ufak bir teftiş yapabilirdi. Ama hepsi bir yana o gidip karısını öpücükle uyandırmayı ve bugünü onlarla geçirmeyi tercih etti.
Öncelikle üstünü değiştirmeliydi. Bu haliyle kralın oğlu değil, aynı bir savaş gazisi gibi görünüyordu. Fakat önünde kocaman bir soru vardı: Üstünü nerede değiştirecekti? Ah, evet. Ressamlar Sokakı'ndan bir şeyler alıp orada üstünü değiştirebilirdi. Hem böylece biraz daha üst düzey yerlerin nasıl işlediğine tanıklık etmiş olurdu. Üstünde parası yoktu fakat paraya ihtiyacı da yoktu. O kralın oğluydu, bu krallıkta ona her şeyi yapabilme yetkisini tanıyan muhteşem bir özellikti. Ama o tam aksine yaptığı şeylerin bedelini ödeme taraftarıydı; bir gün kral olsa bile.
Yüz metre kadar yürüdükten sonra pazarın içinde atlı bir araba tuttu ve arabaya bindi. Şoför, genç bir oğlandı. Muhtemelen babasını mesleğini devam ettiriyordu.
"Ressamlar Sokakı'na sür delikanlı." dedi Corvo. Delikanlı bu sesi bilmiyordu fakat bu senin onurlu ve yüksek birisinden geldiğini tahmin edebiliyordu. Bu yüzden arkasını döndüğünde Corvo'yu görüp birkaç saniyeliğine heyecanlandı: "Lordum... siz... Ah! Lordum!" arabayı durdurup lordun ayaklarına eğilince lord birden delikanlıyı omuzlarından tutup kaldırdı:
"Dur delikanlı dur. Ne yapıyorsun? Sadece dediğim yere sür, eğer konuşacaksan normal iki vatandaş gibi konuşalım." Lord gayet açık sözlüydü. Delikanlının tekrar atı hareket ettirmesini bekledikten sonra gevşedi ve perdeleri aralayıp dışarıya baktı. Güneş yavaş yavaş ufukta bulutları yaran kızıl bir kalkan gibi yükseliyordu.
At arabasının içi rutubetliydi ve aşırı derecede mum kokuyordu. Corvo, iki ağır kokuyu duymamak için büyük bir savaş verirken delikanlı konuşaya başladı: "Bu şehrin ve krallığın size ihtiyacı var lordum. Üzgünüm fakat şehirde Kral Melen'in öldüğü fısıltıları çok hızlıca yayılıyor ve insanlar nedenini bilmediğim bir şekilde büyük ölçüde Uzunşehir'e göçüyor." atlarını bir iki defa kamçıladıktan sonra tekrar konuşmaya başladı:
"Bazıları kralın uçurumdan aşağıy atladığını falan söylüyor. Bazılarıysa okla vurulduğunu rivayet ediyor fakat lordum bana soracak olursanız kralımız ölmedi. Ana Mag korusun eğer öldüyse bize kötü günler yaşatmayacak bir kralın başa geçeceğinden hiç şüphem yok."
Bu sözler Corvo'nun gururunu okşadı, hoşuna gitmişti fakat annesine babasının ölmediğini söylerken kendisi de ölmediğine inanıyor muydu, yoksa sadece annesinin üzülmemesini mi istiyordu? Bu çok büyük bir muamma olarak kral gelene kadar kalacaktı. Ne öldüğüne, ne de ölmediğine inanabiliyordu.
İnsanlar Uzunşehir'e göçüyor demişti delikanlı fakat insanlar neden Başkent'i bırakıp Achtril'in şehrine göçsün ki? Belki vergilerden veya şehrin kalabalıktan bıkmış insanlar daha sakin topraklar arıyorlardı. Delikanlıya sormakta fayda olduğunu düşündü:
"İnsanlar neden Uzunşehir'e göçüyor, biliyor musun delikanlı?" Corvo, bu çocuktaki muzip gözleri ve kıvrak zekayı görebilmişti. Onun eline fazla koz vermeden bildiklerini almak çok güzel olacaktı. Bu çocuk sanki bir şeyleri fazlaca biliyordu. Aynı bir haber tellalı gibiydi. Delikanlı, atı kamçıladıktan sonra öksürdü ve konuşmaya başladı: "Lord Achtril pazarda çalışan insanlardan vergi almıyormuş ve ayrıca çiftçilere de büyük bir yardım politikası başlatmış. Şehri artık bir nevi krallık gibi yönetiyor lordum. Hatta bazı güçleri sadece kendisinde topladığı da söyleniyor."
Evet bu çocuk fazla bir şeyler biliyor, en azından benden fazla. Delikanlı, yanında getirdiği dışı kumaşla kaplanmış, eski matarasını kafasına dikti ve uzun bir yudum aldı. İkisi de yol sonuna kadar konuşmadılar fakat Corvo inerken: "Bir ara kraliyet sarayına gelip yanıma uğra, delikanlı." dedi.
Delikanlının yanına uğramasını umut ediyordu, çünkü onla konuşup geride kaldığı ve halk arasında yayılan söylentileri öğrenebilirdi. Hatta sık sık gelmesini bile isteyebilirdi fakat şimdi üstünü değiştirmesi ve halk arasında gezmesi gerekiyordu. Her türlü bilgi için.
Ressamlar Sokak'ı hala buram buram zenginlik ve ihtişam kokuyordu. Fakir insanların yaşayamayacağı, yüksek ücretli bir yer olma özelliğini hala koruyordu. Lüks pazarlar kurulmuş, iyi giyinimli insanlar pazarların arasında bir karınca sürüsü gibi hareket ederken Corvo, bir kıyafet dükkanına girip yeni bir şeyler aldı ve üstünü değiştirdi. Onlara paralarını ödeyeceğini söylese de satıcı hiçbir ücret talep etmediğini söyledi. Corvo, gelip parayı ödeyeceğinden onaylayıp oradan ayrıldı. Şimdi tekrar saraya dönmeliydi, fakat ondan önce pazarda gezip nabız da yoklayabilirdi.
Dükkanın önünde birkaç adım attı ve derin bir nefes aldıktan sonra etrafındaki pazarlardan en lüks gibi görünenin yanına gitti. Satıcının tepkisi Corvo'nun beklediğinden farksızdı:
"Lordum, ah! Size bir şeyler vermeme izin verin. Krallığın bu zor günlerinde size ne kadar ihtiyacığımız olduğunu bilemezsiniz." Krallığın zor günleri derken acaba satıcı neyi kastediyordu? Corvo'nun merak ettiği şeylerden birisi de buydu. Öğrenmek zorundaydı: "Hediye tekliflerin için teşekkür ederim. Fakat daha önemli meselelerle meşgulum. Öncelikle baş başa kalmalıyız." satıcı korkmuşa benziyordu. Fakat karşısında gelmesini isteyen krallığın birinci varisiydi: Gitmeye mecburdu yani.
Satıcının kurduğu büyük tezgahın arkasında dört tane at sıralanmıştı. Hemen arkalarında adamın mallarını koyduğu büyük, beyaz bir çadır vardı. İçi farklı ülkelerden ve polislerden (şehir devletleri) gelen farklı farklı şaraplarla doluydu. Şaraplar farklı kese torbalara özenle koyulmuş, kasalara kasa başı dört şarap ile dizilmişti. Kraliyetin özel kırmızı ballı şarabı, acılı ve soğanlı şarap, bir farklı özel şarap olan anasonlu şarap fakat bunun tadı şaraptan epey farklı ve sertti. Kraliyetin kuzeyinde ve kuzeydoğusundaki polislerden gelen beyaz şarap, çok farklı bir tarifi olan sarı şarap ve en güzellerinden olan sütlü şarap. Hepsinin tadı ayrıydı. Muhtemelen hepsi de kraliyetin en güzel şarap satıcısının elindeydi.
Çadırın önüne geldiler. Satıcının tezgahına yanında gelmiş olan çırağı bakıyordu. Şimdiden şarap almak isteyen beş altı kişi vardı ve hepsi de şarap şişelerini dikkatlice inceliyordu. Satıcı, çırağının hepsiyle başa çıkmasını ümit ediyordu çünkü bunlar daha çok alıcı kişilere benziyorlardı. Beğendiği her şeyi alan insanlardan. Corvo söze başladı: "Endişelenmenize gerek yok. Sadece krallığın zor günleri derken neyi kastettiğinizi öğrenmek istiyorum." adam sakinleşip derin bir nefes aldı:
"Öncelikle size bir kadeh şarap...." Corvo adamın sözünü bitirmesine izin vermedi: "Zamanım yok. Soruma cevap verin." satıcı başıyla onaylayıp masum ayakları göstermeye başladı. Ardından Güneş çarpan dazlak kafasını elledi ve lorda döndü:
"Kralımız yokken bu şehir son bir haftadır çok kötü günler geçiriyor lordum. Pazarcıların ve çiftçilerin çoğu bu şehri terk etti. Nedenleriyse kralın öldüğüne inanmaları ve Lord Achtril'in şehrinin buradan daha güzel; lordun ise bir kraldan daha merhametli oluşu, bir kraldan daha iyi hükmetme sebebiymiş.
Ayrıca, Lord Achtril'in şehrinin buradan daha güvenli olduğu da söyleniyor Lordum. Başkent'te her gün onlarca adam öldürülüyor. Bazılarıysa, üzgünüm lordum ama söylemek zorundayım. Lord Achtril'in kral olmasını istiyorlar. Tabii ki ben istemiyorum." duraksadı ve Corvo'nun reaksiyonunu gözlemledi.
Corvo, adamın çadırından içeriye bir göz gezirdikten sonra adama döndü: "Senin bu şehrin hatta krallığın en ünlü ve en iyi şarap satıcısı olduğunu biliyorum Werren. Bana verdiğin varsayım bilgileri için teşekkür ederim. Aslında bana bir şişe ballı şarap verebilirsin fakat şu an yanımda param yok o yüzden sana sonra..." adam gülümsedi ve lord sözlerini bitirmeden iki şişe dışı sarı fileyle kaplı şarap şişesi kapıp geldi:
"Lordum bunlar benim hediyemdir. Lütfen aramızda para meselesi geçmesin, iyi günlerde içmeniz dileğiyle." abartılı bir reverans yaptı: "Gidebilir miyim lordum?" Corvo, kafasıyla onayladıktan sonra çadırın yanından geçip geniş bir Pazar yoluna girdi. Karşısında han ve etrafındaki iki üç tane balık teknesi duruyordu. Şimdi bu şaraplarla beraber hana gitmesi saçma olurdu. Saraya dönmesi en iyi seçenek gibi görünüyordu. Bir at arabası kiralayıp gidebilirdi fakat yeni bir icat olan zeplin olarak adlandırılan araçlar ile gökyüzünden saraya gidebilirdi. Şu sıralar pek tercih edilmiyordu fakat bir lord olarak halkına örnek olmalıydı. Hem çoğu kişi de bu yeni icadın şehrin içindeki yoğunluğu bir nebze olsun azaltacağını düşünüyordu. Bu zeplinlerde kişilerin bulunduğu yer bir tekneyi andırıyordu. Ön, arka, sağ, sol ve çaprazlardan bağlanan kancalı, sağlam ipler zeplinin gövdesinin hemen üç buçuk metre yüksekteki turuncu, hemen hemen zeplinin başıyla sonu kadar boyu olan ve etrafı ip ve demir sağlamlaştırıcılarla donatılmış bir balon vardı. Balonun en arka kısmında -zeplinin dışına çıkmadan hemen önceki yerde- bir boşluk ve altında büyük bir ateş lambası vardı. Ateş lambasının ateş gücü zeplinin yüksekliğini belirliyordu. Ne kadar yüksek ateş zeplinin o kadar yükseğe çıkmasına sebep oluyordu. Geceleri de yol alabilmesi için bir arkaya bir de öne büyük iki gaz lambası takılmış, hatta ileride özel zeplini olan kişilerin içinde uyuması veya farklı işlerini görebilmesi için çadırı andıran bir klübe yapılmıştı -hepsine yapılmamıştı.- Zeplinin yönün değiştirmek içinse, kullanan kişi için iki büyük halat yapılmış bu zeplin balonun ana noktalarına bağlanmıştı. Bu sayede kullanan kişi balonun ağırlığını kullanarak yönünü değiştirebilecekti fakat bu ani dönüşleri barındıramıyordu. Bu zeplin fikri bazı insanlara bir hayal ürünü gibi gelse de ileride çok can yakacaktı.
Zeplin duraklarından birisi hemen hanın yüz metre sağ tarafındaydı. Oraya gidip bir zeplin kiralaması gerekiyordu. Oraya gittiğinde zaten onun kim olduğunu anlayacaklarından hiçbir ücret ödememesi gerektiğini biliyordu. O yüzden çabucak yol alıp zeplin durağına doğru adımlarını atmaya başladı.
Zeplin durağının etrafı tellerle çevrilmiş, hemen girişe büyük bir klübe yapılmıştı. Arkasındaysa sonradan uzatma bir salon misali geniş oda vardı. İçi masa-samdalye ve muhtemelen zeplini sürecek insanlar vardı. İçeriye girdiğinde yaklaşık on kişi vardı ve görevli olan kişi diğerlerinden uzak bir sandalyede pencerenin kenarında oturuyordu. Corvo'yu ilk girişte tanıyamadılar fakat birkaç saniye sonra hepsi ayağa kalktı. Corvo direk yetkili olarak gördüğü pencere kenarındaki adama seslendi: "Şu an param yok fakat beni kraliyet sarayına götürürseniz daha fazla bir değerle ödüllendireceksiniz." Kimseyle konuşma isteği yoktu. Bir an önce saraya dönmeyi karısının yanına uzanmayı istiyordu.Duyduğu şeyler içinde garip duygular ve büyük bir tereddüt oluşturmuştu. Evet, bir an önce gitmeliydi.
Adam büyük bir heyecana kapıldı: "Lordum emin misiniz? Çünkü mesafe çok kısa değil." Lord kafasıyla onayladı: "Tek şartım yol boyunca konuşmayınız, saraya döndükten bir hafta sonra gelip ödemenizi kendim yapacağım. Şimdi gidelim." Hiç kimse sesini çıkartamadı. Adam lorda kendisini takip etmesini söyledi. Beraber arkada, diğerlerinden daha geniş bir zepline yöneldiler. Ayrıca bu zeplinin balonunun rengi turuncu değil beyazdı ve büyüktü. Adam bir şey diyecek gibi oldu fakat lordun konuşmamasını rica edişini hatırlayıp sustu. Ardından zepline bindiler.
Adam ateş lambasını altındaki bölümü açıp gaz yağıyla doldurdu. Bir altındaki bölmeyi de açıp kömürle doldurduktan sonra büyük bir alev topluluğu yükseldi ve balon şişip büyümeye başladı. Zeplin yavaş yavaş titremeye başladığında Corvo birazcık tedirgin olmuştu fakat adam bunu gördü. Konuşmak zorundaydı: "Meraklanmayın lordum. Sadece oturup sıkıca tutunun kalkacağız." Lord kafasıyla onaylayıp denileni yaptı.
Yaklaşık beş dakika sonra yavaş yavaş havalanmaya başlamışlardı. Bu duygu lord için çok farklıydı. Bir kuş gibi narince havalanıyorlardı, sıkıca tutundu ve balonun şişişini, yükselişini izledi. Yeni bir ay gibi saat öğlene gelirken yükseliyorlardı. İyice yükseldiklerinde lord korkmuştu. Gözlerini kapatma ihtiyacı duydu. Daha da sıkıca tutundu. Şimdi de hareket etmeye başlıyorlardı. Adam, zeplini kendi etrafında döndürüp sarayın olduğu yere çevirdi. Ressamlar Sokakı'nın üstünden geçerken insanlar zepline kenetlendi. Bu pek görülmüş bir şey olmadığından halk şaşkındı. Lord, gözlerini açtı. Ben korkmam. Ayağa kalktı, ve zeplinin ortasına doğru ilerleyip yere baktı. Her şey iyice küçülmüş, bulutlar daha yakın görünüyordu. Ve özgürlük. En dominant duygu buydu şimdi hissettiği. Gözlerini tekrar kapattı ve oturdu. Sadece bu duyguyu hissetmek istiyordu.
Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordu. Bu sırada adam tekrar konuştu: "Lordum iniyoruz. Tekrar sıkı tutunun." Zeplin ağır ağır alçalıp sarayın hemen önündeki boşluğa indi. Birkaç muhafız koşarak yere yaklaşan zeplinin yanına yaklaştılar ve kılıçlarını çektiler. Lord, zeplini süren adama döndü: "Söylediklerimi hatırla."
Ardından zeplinden aşağı indi ve muhafızlara bakıp gülümsedi. Bu muhafızların kılıçlarını tekrar kınlarına sokmasına ve sarayın içine ilerlemesine sebep olmuştu. Corvo, sarayın iki tarafı beyaz heykellerle süslenmiş kapısından içeriye girip karısının yanına gitmek için merdivenlere doğru ilerledi.