1. Bölüm '' İçimdeki Siyah ''

165 23 3
                                    

Aşk...

Hayatımda ne ailemden, ne de arkadaşlarımdan gördüğüm bir şeydi. Belki kitaplar bile yansıtamıyordu aşkı...

Romeo ve Juliet de yaşatamamıştı o büyük ve görkemli aşkı.

Romeo'da sevememişti. Rosaline'e aşık olduğunu söylemişti başta... Juliet'e yaptıklarını yapmıştı belkide Rosaline'e de. Aşk değildi bu da işte...

Delicesine sevmişti Rosaline'i de. Öyle demişti. Peki onu seviyorsa neden gitmiştiki Juliet'e.

Arkadaşının zoruyla gittiği Capulet'lerin balosunda görmüştü Juliet'i... Sadece güzelliğe bakmıştı o da diğerleri gibi...

Juliet, Paris'le evlenmek istemediği için baygınken, Romeo Paris'i öldürüp zehir içmişti Juliet'le kavuşmak için...

Uyandığında ise küçük bir metal parçayı, kendi ölüm fermanını verircesine saplamıştı kalbine Juliet.

Kavuşmaktı sadece umutları...

Napolyon'da sevememişti Josephine'i...

Napolyon güzel diye vurulmuş, ama yıllarca sevgisini söyleyememişti Josephine'e.

Josephine erkek bir çocuk doğuramayınca, başka bir kadın için terk etmişti Napolyon onu... 

Ardında bıraktığı ruhu ölü, buz tutmuş bir bedendi aslında. Dayanamadı fazla... Josephine'de ruhu gbi bıraktı bedenini boş toprağa...

Napolyon unutamamıştı hiç onu... Ama başka kadının yanında...

Aşk bu muydu yani?

Güzel diye sevmek, zehir içip ölmek...

Sevmek ve hayatını küçük bir metal parçasıyla sonsuzluğa götürmek...

Yada, güzelliğine vurulup, erkek çocuğu olamadı diye terk etmek?

Aşık olduğun adamın acısına dayanamayıp ölmek?

Hiçbiri aşk değildi bence. Aşık olan terk eder miydi? Aşık olan, daha güzel birini bulunca başkasına gider miydi?

Ayağımdaki siyah topukluların tok tıkırtıları kulağımın içinde bir kez daha yankılanırken, beynimin sayıkladığı tek şey aşk diye bir şeyin olmamasıydı. Saçlarımdan tane tane akan yağmur damlalarına çevirdim gözlerimi bu sefer. Başlarda atıştıran yağmur, şuanda gök gürültülerinin misafiri olmuş ve sanki bana öfkelenircesine yağmaya başlamıştı.

İçimden bir kez daha '' Lanet olsun! '' kelimlerini geçirirken, ayağımdaki topukluları çıkartıp, siyah taytımın paçalarını yukarı doğru sıyırdım ve yürümeye devam ettim. Bu sırada topuklularımı çantama koyup elimdeki ağırlıklardan kurtulmayı da ihmal etmemiştim.

Kalbim acıyı bir kez daha ağır bir biçimde yaşamış, siyahın arkasına bir kez daha saklanmıştı. Küçücük avcumun sıkışlarından daha beter acıyordu bu sefer kalbim. Kendini içkiye vermiş, sabah uyandığında başında hissettiği büyük bir acı varmışcasına çarpıyordu.

Gözyaşlarım, yağmurla karışmış, yere daha sık yağmaya başlamıştı. Tahminen yaptığım bütün makyajım bozulmuştu ve benim bir pandaya benzememe yardım ediyordu. Sevimli olanlarından değilde gözünün etrafı simsiyah olanlardan...

Çok yakın bir arkadaşım sürekli '' Güçlü olmazsan, savunmasız küçük bir kediden hiçbir farkın kalmaz. '' derdi.

Güçlü olmak neydi ki? Acını içinde yaşamak mıydı? Ben hep güçlüydüm o zaman. Ve yine güçlü olabilirdim de. Annem gözlerimin önünde yangında, benim yüzümden ölmüştü! Babamın beni evden atması bir soruna bile giremiyordu ki! 

İçimdeki SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin