Bölüm 20: ''Billy Hope''

852 23 5
                                    

Multi: Chris Walker'ın son görüntüleri. İyi okumalar.

Dediğim gibi, odaya önceden de gelmiştim. Kapının olduğu diğer tarafa gittim. Kapıyı açtım. Asansör! Hemen girdim. Peder Martin'in verdiği anahtarı kullandım. Evet! Çalıştı. Asansöre aşağı inme komutunu verdim. Ve, başlıyoruz. Asansör aşağı inmeye başladı. Çıkış katında biraz duraksadı. Kapı açılmıyor. Oh, hayır. Durmuyor. Çıkış katını geçtik. Lanet olsun! Neredeyim ben?

Başka bir yol bulmalıydım. Peder Martin, huzur içinde yat ama... Neden düzgün tamir etmedin ki bu kahrolası aleti? Belki bilerek yaptı, belki de makine son anda arıza çıkardı. Her ne olduysa oldu ama ya yukarı çıkmalıydım ya da burada biraz gezinip bir çıkış kapısı bulmalıydım. Belki en güvenli çıkış kapısı buradadır. Peder Martin bunu düşünerek buraya indirmiş olabilir.

Pilim hayli azalmıştı. Değiştirdim. Burası bir yeraltı laboratuvarı sanırım. Bu ve bu gibi yerlere vatandaşların girmesi yasak ama bu umurumda değil. Asansörden çıktım. Karşımdaki kapıyı açtım. Bembeyaz bir koridor. Geniş ve uzun. Koştum. Koridorun sonuna gelene kadar. Sonunda bir kapıya vardım. Açtım. Yerler yine kan. Karşımda duran iki ekranın birinde ''Murkoff Corporation''(Murkoff Şirketi) ve şirket logosu, diğerinde ''Walrider Project''(Walrider Projesi) ve değişik bir logo vardı. Büyük ihtimalle projenin logosuydu bu. Ekranın önündeki bilgisayarların karşısında, ölü bir güvenlik görevlisi daha. Buranın sağında bozuk bir asansör vardı. İki kapısı da kırılmış olduğundan karşıya geçtim. Oldukça karanlıktı ama gece görüşü modu burayı kolayca aydınlatabiliyordu. Işığa doğru yürüdüm. Kameramın camının kırık olduğu taraf gözüme batıyordu. Laboratuvarın A bloğunda olduğumu yolda gördüğüm tabelalar sayesinde öğrendim. Aydınlık olduğundan gece görüşünü kapattım. Kapıyı açtım. Hafif bir karanlık vardı. Soldaki odanın kapısı açıktı. Kapının önünde iğrenç insan organları vardı. Beyin, akciğer... Berbat bir odaydı. Odada bir de pil vardı ama. Pili cebime koydum. Odadan çıktım.

2. odaya girdim. Kusmak üzereydim. Birkaç kavanozun içinde insan kolu, bacağı, kafası ve beyni vardı. Odanın bir diğer tarafında ise adeta kanlardan oluşturulmuş bir gölet. Odadan çıktım ve ilerledim. Daha sonra sağa döndüm. Kapıyı açtım. Klasik şeyler vardı, kan ve insan organları. İlerlemeye devam ettim. Büyükçe tüpler, mavi poşetlerle sarılmış koliler... Hepsini geçtim. Sağıma soluma baktım. Hey! Ne?! Nasıl olur?! Çıkış! Gün ışığı, araba, güneş... Camı kırmayı denedim. Çok sağlamdı. Bir kapı bulabilirsem bu lanet olası kaydı tüm dünyaya gösterebilirdim. Tamam Miles, sakin olmalısın. Tek yapman gereken bir tane daha kapı bulmak. Arkamda ve sağımda olamazdı. İlerledim. Kırmızı bir ışık vardı. Bir çeşit alarmdı sanırım. Kırmızı ışığa geldim. Sağ tarafta yeşil bir ışık, önümde otomatik bir kapı. Kapıdan içeri girdim. Ölü bir adam. Organlar, kanlar. Odadan çıktım ve sağa döndüm. Gece görüşüm her zamanki gibi en büyük yardımcılarımdan biriydi. Kısa koridorun sonuna geldikten sonra sola döndüm. Kapı açıktı. Yaklaştım. Kapandı ve alarm çalmaya başladı. Kapıdan bir şey çıktı... Walrider! Kahretsin! Ondan kurtulmalıydım. Geri döndüm. Parkuru baştan geçiyordum. Koliler, tüpler... Sonunda kapıya ulaştım. Açtım. Chris Walker! Pis pis sırıttı ve şöyle konuştu:

''Küçük domuz, küçük domuz. Artık kaçamayacak.'' dedi ve beni yere fırlattı. Üstüme doğru gelirken... Walrider! Hemen kameramı açtım. Walrider Chris Walker'ın arkasından geldi ve onu fırlattı. Oradan oraya. Chris Walker o kalın sesiyle bağırmaktan başka bir şey yapamıyordu. Walrider birkaç kere Chris Walker'ı fırlattıktan sonra onu havaya kaldırdı. Boynunu sıkıyordu. En sonunda onu pervaneli havalandırmaya attı. Sıra bana geliyor diye düşünürken Walrider onu göremeden kayboldu. Chris Walker artık ölmüştü. Kanları ayaklarımın altındaydı. Organlarının bir kısmı havalandırmada, bir kısmı yine yerdeydi. Onun sonu böyle olmuştu. Yaptıklarından ancak bu şekilde pişman olabilirdi. Ama, Walrider neden beni öldürmedi? Onun kanları yere akmaya devam ediyordu.

Kendime geldim. Çıkışa koştum. Lanet olası kapı kapalıydı. Walrider her şeyi mahvetmişti. Chris Walker'ın öldüğü yere koştum ve sola döndüm. Asansöre geri dönecektim. Belki yukarı geri çıkabilirim. Sağa ve sola hafif göz atarak ilerliyordum. Gelirken bu odayı görmedim... Küçük kapılı bir oda. Walrider Projesi'nin logosu. Buraya girdim. Ölü SWAT ekipleri... Girdim ve kapı kapandı. Önümdeki odada bir adam konuşuyordu. Kapısı kilitliydi. Dedikleri ilgimi çekiyordu:

''Biliyorum, biliyorum. Ölmüş olmam gerekirdi. Hayır... Hayır o kadar şanslı değilim. Günahtan daha yaşlıyım, ama bir şekilde... sadece biri kaldı. Billy yüzünden.'' Adam yüzünü bana çevirdi. Açıkçası çok çirkindi. Serumlar takılıydı yüzünde. Konuşmaya devam ediyordu:

''Bana bakıyor. Belki de babası olduğumu sanıyordur. Beni gerçekten seviyor, zavallı sersem.'' Walrider Projesi'nin logosuna döndü ve devam etti:

''Bu sembolün ne anlama geldiğini biliyor musun?'' Evet anlamında başımı salladım ama anlatmaya başladı.

''Nanotehlike hakkında uyarıyor. Mikroskobik makineler. Elimizde bu kadar ileri teknoloji olmasına rağmen onu kullanamadık. Murkoff keşfetti. Benim araştırmam sırasında geçici çözüm olarak.'' Adamın arkasında yeşil bir sıvı vardı. ''Benim araştırmam'' mı? Walrider ve Walrider Projesi hakkında çok şey biliyordu. Yoksa o Wernicke miydi?

''İnsan vücudundaki hücreleri nano makinelere çeviriyor. Hücreler doğal fonksiyon olarak molekül üretirler, fakat psikosomatik yönü de işin içine katarak, gerekli olan tam molekülü üretebilecek bir mühendislik geliştirdik. Zihin, maddeden üstündür. Bunu kontrol edebileceğimiz fikri çok yanlış ve... aptalcaydı. Çılgın adamları güçlü varlıklar yaratmak için kullanmak.'' Aniden bana döndü. Kararlı gözler ve ses tonuyla:

''Onu durdurmalısın, Billy'i öldür. Yaşam desteğini kapat. Anestezisini. Yaptıklarımı telafi etmelisin. O yaşadığı sürece buradan kimse çıkamaz. Onu öldür.'' Wernicke'in dediklerine göre Walrider, kendini yöneten bir kişi olmadığı sürece yaşayamaz. Buradan çıkmak için onu öldürmek zorundayım. Billy, beni affet.

Odadan çıktım. Çıkar çıkmaz kapı kapandı. Sola döndüm. Bir küçük kapı daha... İçeri girdim. Sağdaki odaya girdim. Burası sanırım çalışanların yemekhanesi. Buradan çıktım ve karşıdaki kapıdan içeri göz attım. Büyükçe bir tuvaletti burası da. Bir şey çıkmayacağını bildiğim için içeri girme gereksinimi duymadım. Çıktım ve ilerledim. Sonra sola döndüm. İlerledim. Walrider'ın sesi ama o yok! Önüme baktım. Lanet olsun! Onunla göz göze geldik. Altından sıyrıldım ve onun geldiği taraftan gittim. Sağa döndüm. Kapı açıktı. İçeri girdim. Aklıma onun kapıdan geçmesinin zaman aldığı geldi. Kapıyı kapattım. Odanın diğer ucundaki havalandırmadan çıktım. Aşağı indim. Aynı yerdeydim. Ama peşimi şu an için bıraktı sanırım. Gece görüşüyle ancak görülebiliyordu. Karşımdan geçti. Neyse ki beni görmedi. Yemekhaneye doğru gitti. Ben de sağa döndüm ve çift kapıdan tekini açtım. Ardından yavaşça kapattım.

Sağa döndüm. Büyük bir oda daha ama bu sefer farklıydı. Büyükçe yapılar vardı. 3 tane. Aralarından geçtim. Direk merdivenlere çıktım. Bir kat çıktım. Sanırım arkamdaydı. Veya altta. Nerede bilmiyorum ama sesi oldukça yüksek geliyordu. Demirli yolda koşuyordum. Arkama baktım. Rahat olabilirdim. Çünkü henüz buraya bile çıkmamıştı. Yolun sonunda sağa döndüm ve açık kapıdan içeri girdim. Direk asansöre atladım. Üstüme dezenfekte gazı geliyordu ve şu an tek umduğum asansörün içinden geçememesiydi.

OutlastHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin