1.Bölüm

342 15 6
                                    

    Titrek ışığıyla göz kırpan lambanın aydınlattığı ıssız sokakta adımlarımın sesleriyle yürüyordum. İki yıldır içimde kapanmayan boşlukla kaybettiğim benliğim ayaklarımın altında sürünüyordu. Tek tek kepenklerini kapatan dükkanlar, kaybolmuş düşüncelerime eşlik ediyordu. Eğer gözyaşlarım beni bundan yaklaşık altı yüz doksan gün önce terk etmemiş olsaydı şu an kesinlikle ağlardım. Sebepsiz, bir nedene gerek duyamadan kaldırıma uzanıp hıçkırıklara boğulabilirdim. Neyim olduğunu sorana kedilerin mırıltısının, insanların seslerinin ya da ışığın rahatsız ettiğini bahane edebilirdim. Ardından gelecek olan sen deli misin bakışlarına da katlanabilirdim. Bunları yapmayı yirmi üç ay önce öğrenmiştim. Son on yedi ayda ise insanlar benimle ilgilenmemeye alışmışlardı. Ben kim miyim? Kimilerini göre deli, kimilerine göre kimsesiz, kimilerine göre fahişe, kimilerine göre öylesine biriyim. Bana sorarsanız içindeki ruhu çoktan diğer tarafa göndermiş, vücut dedikleri kabuğun gerisinde kalan boşluktum. Ben hiç kimseydim...

   Saçım kuş yuvasından beter, kıyafetlerim üzerime yapışmış birer maskeydiler... Her şeye bir açıklamam, her şey için bir tanımım vardı ama anlam veremediğim o çoğul kelime için diyebileceğim hiçbir sözcük, harcayabileceğim hiçbir çaba yoktu. Duygular...

   Bu kelimenin bende çağrıştırdığı ufacık bir parıltı bile yoktu.. Kaybolmuş anılardı belki... Belki beni terk etmiş soyut kavramlardı onlar. Duygular hakkında söyleyebileceğim tek şey bu kadardı. Gerisi kocaman bir karanlıktı...

   İnsanların gözlerini yansıyan mutluluk parıltılarına bakıyordum. Hepsinin karşısına geçmiş oturduğum bankta dünyayı dışardan izliyordum. Önceden bende onlar gibi normal sayılabilecek biriydim. Aslında etrafı izlemekten de sonra içime dönüp melankoli yapmaktan da bıkmıştım. Boşuna yaşıyordum. Zaten amaçta bu değil miydi? Kim öleceğini bile bile yaşamak için çaba sarf ederdi ki... İnsan kavramı benim için buydu işte... Dünya'ya geldiğinde gerçeklerle yüzleşip ağlayarak doğan, öleceğini bilerek etini dişine katan, düşünen zavallı bir varlıktı. Ben insan değilmişim gibi oldu şimdi bu... Doğruydu da, ben insanlığımı kaybedeli çok olmuştu...

   Yoğun sis bulutunun arkasında kalmama sebep olan düşüncelerimden telefonumun duymaktan nefret ettiğim zil sesiyle çekildim. Nefret etmeme rağmen değiştirmemekte ısrarcıydım... Bana acılarımı hatırlatmasını seviyordum çünkü.. Arayan beni hala düşünmekten vazgeçmemiş, itinayla üzerime eğilen annemdi. Sanırım bir tek ona acıyordum. Benim gibi bir evlada sahip olmayı ben de istemezdim. Derin bir iç çekip her gün dinlediğim karmaşık nutuğa kulaklarımı hazırladım.

"Kumsal.."

"Efendim."

"Nerdesin ?"

"Bilmem. Takılıyorum öyle.."

"Ne demek takılıyorum ! Nerde olduğunu bilmiyor musun ?"

"Acil bir şey yoksa kapatıyorum."

"Ku..Kumsal.."

   Kapatıyorum demiştim. Günah benden gittiğine göre hesapta soramazdı. Gerçi hiçbir zaman sorabilme gibi bir şansı olmamıştı. Yine de yalan söylememiştim. Tabiki nerde olduğumu biliyordum ama birazdan bilmeyecektim çünkü gerçekten ortalıkta öylesine dolanıyordum. Annem yılmadan nereye gittiğimi öğrenmeye çalışırdı. Hatta babam bunun için peşime adam bile takmıştı. En son adamları kavgaya karıştırdığım için ve birinin de kolunu ısırdığım için o sevdadan vazgeçmişti.

   Buradan çıkarılan bütün sonuç aslında yalnızlığın pençesinde hapsolduğumdu ama en azından bir kişi vardı. Beni birazda olsa anlayan ve değiştirmeye çalışmayan biri... Derin tek arkadaşım. Onunda neden beni olduğum gibi kabul ettiğini az çok anlayabiliyordum çünkü acımın bir kısmını o da yanında taşıyordu.

   Acı kaderime bir kere daha umursamaz çarpık gülüşümü bahşedip, cebimde hazır bekleyen sigarama uzandım. Dudaklarım tanıdık soğukluğu hissettiğinde ateşi yakmam için ciğerlerim hazır bekliyordu. Tam nefesimi çekeceğim sırada sigara dudaklarımdan ayrılmıştı. Kafamı kaldırdığımda sigaramı dudaklarına götürmüş, rahat tavırlarıyla bal rengi gözler bekliyordu...


Aç GözleriniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin