YS-4

143 95 9
                                    

Çocukluğumun geçtiği, adına yuva dediğim binanın önündeyim. Yetimhane. Anne ve babam hayattalar mı yaşıyorlar mı bilmiyorum. Beynimi patlatacak sorular zıplıyor zihnimde. İstemedim bugüne kadar onları bulmak. Benim tek ailem, yetimhanede ki insanlar oldu. Sonra da Nil. Dışımdan mutlu, hiçbir şeyi kafasına takmayan biri gibi görünüyorum. Bunu biliyorum. Böyle olmayı pardon böyle görünmeyi ben seçtim.

Bir cesaret kırıntısı onları bulmama sebep olabilir. Bir duygu hayatımı değiştirebilir. Ellerim tir tir titrerken çantamı daha sıkı tuttum. Bir adım attıktan sonra durdum. Yapamayacaktım. Arkamı döndüm. Gözlerimi kapadım ve o cesaretin bana gelmesi için yalvardım. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Yapabilirdim. Ben Melis Ada Sarıtaş, bunu yapabilirdim. Beni istemeyen ailemi bulup hesap sorabilirdim.

Tekrar yetimhaneye döndüm ve bu sefer daha karalı adımlarla yürümeye başladım. Tanıdık koku gelince buruk bir şekilde gülümsedim. Eski kokuyordu. Buram buram özlem kokuyordu. Yıllar önce koştuğum koridorlardan geçerek Arzu ablanın odasına önüne vardım. Hiç düşünmeden elimi kaldırıp kapıya vurdum. İçeriden 'Gel' sesi duyulunca kapıyı açtım. Arzu abla gözlüğünü takmış, kafası eğik kağıtlara ilgilenirken "Önemli bir şey değilse sonra. Şu an halletmem gereken işlerim var tamam mı canım?" dedi. Her zaman bizimle samimi olurdu.

"Önemli bir şey." dediğimde anında kafasını kaldırdı. Gülümseyerek "Ada?" diye sorduğunda gözlüğünü masaya bırakmış bana doğru geliyordu. Bana 'Ada' diyenlerdendi. Diğerleri 'Melis'i seçiyorlardı. Bende ona gülümseyerek baktığımda bana sarıldı. Bende karşılık verdim. Onu özlemiştim. Benden ayrılıp ilk bir süzdü. Islık çalıp "Bu ne güzellik be!" deyince "Bana diyene bakın?" dediğimde güldü. "Hadi gel oturalım."

Ben masanın önünde ki koltuğa geçerken o fazla resmi olmamak için karşımda ki koltuğa geçti. "Neden geldiğini biliyorum. Ama canım ben cidden üzgünüm. O güne ait dosyalar kayıp ve o zamanın kameraları kötü olduğun için silinmeseydi emin ol doğru düzgün bile anlayamazdık. Seni anlıyorum. Onları bulmak istiyorsun. Özlediği-" Hemen lafını kestim. "Özlemem için onlarla ilgili birşey hatırlamam lazım ama boş. O kısım hep karanlık. Evet onları bulmak istiyorum. Karşılarına geçip hesap sormak istiyorum." İçimden geçirdim sonra; onları özlediğimden değil.

Ümitle gözlerinin içine baktım. "Bir telefon numarası, bir kelime, bir sayı. Hiçbir şey mi yok?" diye sordum titreyen sesimle. İlk bir düşündü. Sonra yağa kalkıp "Hani sen bana 'Onları bulmak istiyorum' dediğin gün ben bir araştırdım. Bazı yerleri karıştırırken bir telefon aldım. Tehdit. Senin onları bulamayacağını ve boşuna ümitlenmemeni söylediler. Özel bir numaraydı ama hacker arkadaşından rica edip bulduk." dedi elime numara yazan bir kağıdı tutuştururken. "Elimde bu numaradan başka birşey yok, üzgünüm."

Kafamı salladım ve ayağa kalktım. "Olsun bu bana da yeter. Arzu abla çok teşekkür ederim." diyerek ona sarıldım. "Ne demek canım. İstediğin zaman gel. Ama bu sefer kahve içelim." dediğinde gülümseyerek kafamı salladım. Ondan ayrılıp el sallayarak odadan çıktım. Koşarak binadan ayrıldım. Numaraya bakmaya cesaretim yoktu. Çantama attım hemen.

Yürüye yürüye sahile geldim. Bir banka oturup çantamdan telefonu çıkardım. Sonra kağıdı aldım elime. Aniden gelen bir cesaretle numaraya baktım. Tanıdık gelmedi. Zaten gelmesini de beklemiyorum. Numarayı telefona kaydederek arama tuşuna bastım. Kalbim ağzımda atarken telefon sadece 'Dıııt, dıııt' sesi geliyordu. Bekledim, bekledim ama açan olmadı. Umudumu kaybetmiş bir şekilde telefonu kapatacaktım ki küçük bir kız çocuğunu sesi duyuldu. "Alo?"

Kaşlarımı çattım. Beklediğim bu değildi. Arkadan bir kadın sesi geldi. "Melisa sana kaç kere dedi kızım telefonlara bakma diye! Bana ver bakayım." dediğinde nefes bile almıyordum. Bu kadın? Bu kadın yoksa benim annem miydi? Telefonda bir hışırtı duyuldu ve yine o kadının sesi. "Alo?" Cevap vermedim. Sesim çıkmıyordu. Tekrar bir "Alo?" sesi gelince ağzımı açtım ama telefonda ki benden önce davranıp "Arıyorsun niye cevap vermiyorsun? Manyak mısın nesin?" diyerek suratıma kapattı.

Tuttuğum nefeslerimi sesli bir şekilde bırakarak ağlamaya başladım. Kızım demişti. Herhangi bir kız değil, kızı. Onun kızı. Kızına Melisa adını vermişti. Benimkine uyan bir isim. Melis Ada - Melisa. Yoldan geçenler bana bakıyordu. Tabi bakarlardı. Zavallı bir kız ağlıyor. Artık ağlamaktan gözlerim şişmişti. Ama yinede ağlıyordum. Bir ara gözlerim bile kararmıştı. Kendimi iyi hissetmediğim için rehberden adına bakmadığım bir numarayı tuşladım. Yardıma ihtiyacım vardı.

Telefonu kulağıma götürüp bekledim. Hazar'ın sesi duyulunca kendime küfür ettim. "Melis?" Şaşkındı. Onu aramama şaşırmıştı. Burnumu çektiğimde "Melis sen iyi misin?" diye sordu. Ağlayarak "Değilim." demeye çalıştım. Allah kahretsin iyi falan değildim. Bu hayatta iyi olunmazdı. Bu insanların arasında. "Ne oldu?" diye telaşlı bir şekilde sorduğunda "Sana ihtiyacım var. Yanıma gel." diye fısıldadım. Yalan. Hazar'a ihtiyacım falan yoktu. Benim beni seven birisine ihtiyacım vardı. Anneme mesela. Babama. Beni sevmeyen, bırakan insanlara ihtiyacım vardı.

"Tamam. Nerdesin? Hemen seni almaya geliyorum." dediğinde "Sahildeyim." dedim durgunlaşmış sesimle. "2 dakikaya oradayım." O görmese bile kafamı salladım. Sonra "Hazar?" diye fısıldadım. O gergin bir şekilde "Efendim melek?" diye bana cevap verdi. "Hemen gel tamam mı?" dediğimde sonlarda yine ağlamaya başlamıştım. "Tamam. Geliyorum hemen. Ağlama tamam mı meleğim?" diye sordu. Derin bir nefes aldım ve "Tamam. Bekliyorum." dedim ve kapattım. Bana 'Melek' diyordu. İyi birisi miydim ben? İyilere hep 'Melek' denirdi. Masumlara denirdi.

Nefret ediyorum. Bilmiyorum ama neyden nefret ettiğimi. Belki beni hiç istemeyen ailemden. Belki kendimden. Belki hayatımdan. Belki şanşızlığımdan. Şansızlığım. Bu kelime daha çok ağlamama sebep oldu. Yanımdan geçerken bakıyorlardı. 23 yasında bir genç kız ağlıyordu. Neden ağlıyordum diye düşünüyorlar mı? Acaba hangi derdi var diye? Evet, derdim vardı. Bana intiharı düşündürecek kadar çok. Ağlamayı kestim. Telefonu oturduğum yere koyarak ayağa kalktım. Kıyıya kadar gözümü kırpmadan yürüdüm.

İnsanlar bu sefer bana korkuyla bakmaya başlamışlardı. Aşağıya baktığımda kıyıda olmama rağmen derin olduğunu gördüm. Ruhsuz bir şekilde güldüm. Kafamı kaldırıp gözlerimi kapattım. Eğer ölürsem geçecek diye düşündüm. Öyle olacaktı. Ben birazdan ölecektim ve bu omuzumda taşıyamadığım yüklerden kurtulacaktım. İnsanlar bana temkinli yaklaşırken "Gelmeyin!" diye bağırdım. Lütfen gelmeyin, dinsin şu acılarım. Yaşlı bir teyze "Yapma yavrum. Genç birde." dediğinde onu duymamazlıktan geldim. İnsanlar toplaşırken büyük gürültüler oluştu. Hepsine kulaklarımı tıkadım. Duymamazlıktan geliyordum. Rüzgar saçlarımı dağıtırken anılarım aklıma geliyordu. Nil geliyordu, Arzu abla, Okan, Küçük Mert, Hazar. Hazar geldi aklıma. Kahverengi gözleri, siyah saçları.

Ben böyle düşüncelere dalmışken, o gürültüyü susturacak bir fren sesi geldi. Dönüp bakmadım. İki dakika sonra tanıdık bir ses geldi. "Melis Ada!" Hazar'dı bu. Kükremişti sanki. Kapadığım gözlerimi açtım. "Melis bana bak!" Aslında dediğini yapmak için değil de kendim istediğim için , insanı delirtecek bir yavaşlıkta döndüm. Gözlerinin içine baktım. Neden beni heyecanlandırdığını bilmediğim o kahvelere baktım. "Ölmek mi istiyorsun?" diye sordu. Herkes bizi izliyordu. Cevap vermedim ilk önce. "Ölmek mi istiyorsun?!" diye bağırdı bu sefer.

"Evet!" Gözlerim doluyordu. "Acılarımın dinmesini istiyorum! Ailemin beni istemesini istiyorum! Ama olmayacak biliyorum! Ölmek istiyorum!" diye bağırıp arkamı döndüm. Kollarını iki yana açtım. Bir adım daha yaklaşırken "Seni engellemicem! Ne istiyorsan onu yap! Ama şunu unutma Melis! Arkandakileri! Seni sevenleri! Şimdi atlayabilirsin!" diye kükremesi beni dondurdu. İki yana açtığım kollarımı yavaşça indirdim. Başaramadım. Ölmeyide başaramadım. Arkamı dönüp kimseye bakmadan sebebini bilmediğim bana güven veren kolların arasına girdim.

Hazar'da bana sarılırken alkış tufanı koptu. Bazı genç erkeklerden "Helal olsun!" "Abiye bakın be!" diye sesler geldi. Onları umursamadan daha çok sarıldım Hazar'a. O da yüzünü boynuma gömerken durgunlaştığımı hissettim. Bu kollar bana güven veriyordu.

Hazar'ın varlığı benim güvende olduğumu hissettiriyordu.

Yarım SatırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin