Karanlık diz çökmüş geceyi karşılıyor, yıldızlar sessizce parlıyordu.
Öyle keskin bir soğuk yoktu, sadece siyah saçlı kadın üşüyordu.
Ağaçlar yapraklara sarıldıkça, yapraklar şarkılar mırıldanıyordu.
Sokak arasına sıkışıp kalmış gri binanın en üst katında yaşıyordu.
Kimselerin çalmadığı kapısının ardında, küçük bir dünyası vardı, ona göre.
Üzerinde hüzün saçlı kadın yazdığı için çalmazdı hiç kapısı, ama yalnızlığına göre durum daha farklıydı.
Çift kişilik koyu siyah bir yatağı vardı, odasındaki küçük pencereden bakardı.
Ait olmadığı kalabalık yalnızlıklar şehrinin sahte ışıklarına.
Pencerenin sol yanında, camı yıllar önce kırılmış boş bir çerçeve asılıydı.
Kim bilir kaç resim eskitmişti kendiyle beraber, hemen çaprazında küçük masası vardı, üzerinde paramparça bir yalnızlık duruyordu.
Bu gecede eli yüzü hüzün içindeydi siyah saçlı kadının.
Pencerenin önünde öylece durmuş, aslında orada olmadığını kendine anlatmaya çalışıyordu...
Yorgundu, özlemleri dokunsa ağlayacaktı belli ki, kendinden bile küçüktü dünyası.
Avuçlarında bir kaç damla gözyaşı bir de yarım kalan hayatı duruyordu.
İstediği tek şey, önce ölümü, ardından da kendini öldürüp düşlerine teslim olmaktı.
Olmadı.
Omuzlarındaydı geçmişin yükü ama yüreğindeydi izleri, canı yanıyordu.
Usulca döndü masaya doğru.
Önce paramparça ettiği yalnızlığa baktı, sonra da avuçlarında yer etmiş dünyasına.
Her gece yalnızlığını paramparça edip, içindeki dünyasını büyütecek bir şeyler arıyordu.
Oysa bir gülüş uzağındaydı mutluluk...
Güne yakalanmadan yalnızlığını apar topar kaldırdı, sonra geceden bile daha uzun ve daha siyah saçlarını topuz yaptı.
Sanki bir şeyler geçiyordu aklından ama o bile ne olduğunu bilmiyordu.
Bu gecede eli yüzü hüzün içindeydi siyah saçlı kadının.
Gözlerini kapatıp içinden ölüme kadar saydı hüzün saçlı kadın...