İçimde kopan ipleri görmezden geldim, bunun anlamı ne onu bile bilmiyordum. Üstelik o da beni farketmemişti zaten. Kendimi hemen merdivenlere doğru atarak, bu görüntüyü unutmayı denedim. Odama girdiğimde, elime ilk geçen elbisemi aldım. Ne olduğuna bile bakmadan yatağa attım ve elimi arkamdaki fermuara götürerek elbisemin bacaklarımdan aşağıya tüy kadar hafif bir dokunuşla aşağı düşmesine izin verdim. Elimi yatağın üzerindeki elbiseye uzattım, fakat gördüğüm renk ile olduğum yere çivilendim.
Kırmızı.
Bu elbisenin benim olmadığını düşünürken, odamın kapısı açıldı ve içeri o girdi.
Kırmızı.
Dilim tutulmuş gibi büyük odamda geriye doğru giderken o bana doğru geliyordu. Ve yüzünü gördüm. Çıkmış sakallarının arasında parıldayan kırmızı dudaklarını, kaşının kenarından parlayan siyah piercingi, tüm o siyahlığa rağmen, yeşilin hangi tonu olduğunu bilemediğim gözlerini.
Ona buraya neden geldiğini, buna hakkı olmadığını, bir kızın odasına bu şekilde girilmemesini söylemek istiyordum ama dilim boğazıma kaçmış gibiydi onun görüntüsü karşısında. Sanki ilk kez sigara içişimde bütün dumanı burnuma çekmişim gibi yanıyordu canım gözlerine bakınca.
O gözlerinde gizlediği duyguydu acı. Çok acı çekmişti, belki de çok acı çektirmişti ama hiçbir şey acısını dindirmemişti. Bunu gözlerine bakarak bile anlayabilirdiniz.
Hiçbir şey söylemeden, gözlerimden başka hiçbir yerime bakmadan elimdeki kırmızı, ablamın elbisesine uzandı ve yan tarafındaki fermuarı açtı. Bacaklarımdan birisini tutarak elbisenin içerisinden geçirirken, gözleri elbisedeydi. İki bacağımda elbisenin içerisine girdiğinde, elbiseyi ince askısından tutarak yukarı çekti. Bedenime uyan elbise, direk olarak bütün tenime yapıştı. Dizlerimin bir buçuk karış yukarısında bitiyordu. Kalçamın başlangıcından sonra eteki dalgalanıyordu.
Hayatımda ilk defa böyle bir elbise giymiştim.
Uzun parmakları saçımdaki tokaya uzanıp, açtı. Uzun saçlarımla oynarken beni belimden tutarak boy aynama götürdü.
Karşımdaki Pollyanna, sanki olan her şeye rağmen iyi düşünen değil de, olan her şeye. rağmen güçlü duran Pollyanna'ya benziyordu.
Ben kendimi izlerken, o beni orada bırakarak odadan çıktı.
***
"Ah Tanrım, şu insanların bakışına da bir bak Lea!" Başımu iki yana sallayarak buradan kaçıp gitme isteğimi bir kenara fırlattım.
Onu kafamdan atamıyordum. Gözlerindeki acı, acının ardında bağıran, kaçmayı bekleyen çocuk gitmiyordu aklımdan. Kırmızı saçları ve beni orada bırakışı.
Onu yeniden görmek istiyordum ama göremeyeceğimi de biliyordum bir yandan.
Okuldan çıkarken, onu gördüğüm sokaktan geçtim. Yere düşen kahvesinin kutusu hala yolun kenarında durmaktaydı.
Gözlerimi kapatarak, eve hemen ulaşmayı denedim. Yolda kırmızı saçlı bir oğlanla da karşılaşmadım.
En sonunda evimizin siyah kapısını gördüğümde bu sefer her zaman yaptığım gibi yüzümü buruşturmadım. Sadece öylece baktım ve zili çaldım. Ablam eve gelmiş olmalıydı.
Ama kapıyı ne ablam açtı, ne de açmayarak bana eve daha gelmemiş olduğunu düşündürdü.
Kapıyı açan kırmızıydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
eunoia @michael5sos
Fanfictioneunoia (n.) beautiful thinking; a well mind she was pollyanna