© @purple-unicorn
18.08.2015 03:57-06:00İyi okumalar
"Hadi git," dedi annem. "Gitsene ne bekliyorsun?" Diyerek de ısrar etti. Gidemiyordum ki. Ayaklarım yere çivilenmişti sanki, yerimden kıpırdayamıyor, hatta geriye doğru gidiyordum. Onlarla yüzleşebilecek kadar cesur olduğumu sanmıyordum. Ya yanlış bir şey söyler de onları kendimden soğutursam? Yada beni beğenmezlerse? Ağzım kokuyorsa? Yada terliysem? Soru işaretleri beynimi işgal etmişken yerimden kıpırdayamazdım. Hazır olmam ve derin bir nefes almam gerekiyordu.
Fakat tam derin bir nefes almak için kendimi hazırlarken biri beni içeriye doğru ittirdi. Peşimden de annem ve abim girdi.
Ellerim zaten ağzımı örtmüş durumda şokumu atlatmaya çalışıyorken bir anda kendimi içeride, daha büyük bir şokun içinde bulmuştum. İşte daha az önce girmeden önce kendime binlerce kez yemin ettirdiğim şeyin aksini yapıyordum. Kapıda hayranlarla deliler gibi eğlenirken şimdi deli gibi ağlıyordum.
Göz yaşlarım deli gibi süzülürken ne yapacağımı düşünüyordum. Gidip sarılmalı mıydım yoksa çıkışa doğru son hız koşmalı mıydım?
Sonunda en mantıklı kararı verdiğimi düşünerek koşarak en başta duran Calum'a sarıldım. Öyle salak bir şekilde sarılmıştım ki Ashton kıkırdadı. Tanrım, sesi canlıyken çok daha güzel.
Calum'da kollarını belime en az benim kadar sıkı dolayınca kalbim haddinden fazla hızlı atmaya başladı. Hayallerim. Rüyalarım, her şeyim, hayatım bana sarılıyordu. Her gün fotoğraflarına baktığım, onunla tanışma isteğiyle dolduğum adam bana sarılıyordu. Bu öylesine mükemmel bir şeydi ki.
"Ağlama," Diyerek ilk defa konuştu. Bizi çeken kameraları, ailemi unutmuştum. Sadece dördü gözüme görünür gözüküyordu ve bu o kadar mükemmel birşeydi ki. "Hadi ama, mutlu zamanlar! Ağlama." Dedi Calum. Sonra benden uzaklaştı. Onunla bir yarım saat kadar daha sarılmak istiyordum ama diğer çocuklarla da sarılmam gerekiyordu ve zamanımın öylece bitmesini istemezdim.
Calum'un yanındaki kişiye kim olduğuna bakmadan sarıldım. Bu sefer koluma kas değil de hafif bir bira göbeği gelince anladım ki bu Michael'dı. O kadar huzurlu sarılıyordu ki kendini geriye çekmek mümkün değildi. Hayatım boyunca hayal ettiğim o an şuanda oluyordu. Bütün bunların gerçek olma olasılığı yok gibi gözükse de gerçekti. Tanrı aşkına sikik Michael Clifford ile sarılıyordum!
"Hala ağlıyorsun!" Diyerek kulağımın dibinde bağırdı. Bu salak hareketlerini gerçek ve üç boyutlu olarak yaşadığıma inanamıyordum. "Sanırım bizden nefret ediyor çocuklar, yoksa neden ağlasın?" Dedikten sonra kıkırdadı Michael. Öylesine huzurluydum ki, gerçek anlamda sonsuza kadar böyle durabilirdim. Onları ilk gördüğüm andan beri tek istediğim sarılmak iken şuanda bunu yapıyor olmak o kadar mükemmel hissettiriyordu ki. Bu his tarif edilemezdi. Son kez beni kolları arasında iyice sıkıştırdıktan sonra benden ayrıldı Michael.
"Gel buraya!" Dedi Luke ve kollarını gelmemi bekler gibi açtı. Kollarına öyle bir atladım ki, sanki ömür boyu süren bir hasret çekiyordum ona. Luke bu halime gülüp en az benim kadar sıkıca sarıldı bana. Bütün sarılmamız boyunca da bunu bozmadı. Kafam ancak onun boynuna geliyordu fakat bu kesinlikle problem değildi. Aksine öylesine güzel hissettiriyordu ki.
Ben biriyle tanışınca elimin ayağımın birbirine dolanacağını düşünürken hepsiyle birlikte tanışmıştım ve psikolojik olarak nefes alamıyordum.
Diğer hepsi gibi uzun bir kucaklaşmadan sonra Luke'tan da ayrıldım.
Son olarak Ashton'un önüne gelmiştim. Şoktaydım sanki. Çocukların hepsi üzerimde ayrı bir etki bırakmıştı ama bu, o kadar farklıydı ki. Ashton her zaman favorim olmuştu. Her zaman onu kendimle aynı görmüştüm. Davranışları, konuşmaları ve geriye kalan her şeyi. Sadece o kadar aynıydık ki.
Diğerlerinden farklı olarak Ashton'a sarılmayı unuttum. Ona bakıp ağlarken ve bir şeyler düşünürken sarılmayı unutmam doğaldı. Fakat bu dışarıdan saçma görünüyordu tabii ki.
"Ne yani bana sarılmayacak mısın?" Diyerek sahte bir üzüntü moduna geçti Ashton. Onu düşünürken aklımdan geçirdiğim sıfatlar bile beni heyecanlandırıyordu. O cidden karşımdaydı! Hayallerim, her şeyim. O burada karşımda ona sarılmamı bekliyordu.
Nasıl onun yanına gittim, nasıl sarıldım, ne söyledi bilmiyorum. Sadece ona sımsıkı sarıldığımı hissediyorum. Yaşananlar o kadar gerçek ki, kalp krizi geçirmeme yetecek kadar heyecan var üzerimde. Kalbim hızlı atmaktan durmuş olabilir, bilmiyorum. Benim düşündüğüm şu anda aldığım nefesi bile boşvermiş, ona vereceğim enerjiyi kesmiş, bütün gücümle Ashton'a sarılıyor olduğum. Ashton'a sarılıyor olduğum. Ashton'a sarılıyor. Ashton'a sarılıyorum. Ashton Irwin'e sarılıyorum. Bu gerçekten yaşanıyor mu? Bu gerçek olabilir mi?
"Ah bu uzun olan." Dedi Michael eski bir Meet And Greet'leriyle dalga geçerek. Çocuklar kıkırdarken tek düşündüğüm Ashton'du fakat hiç bir şeyi de kaçırmak istemiyordum.
Sonunda ondan ayrıldım. Çocuklarla konuştum. Hiç bir şeyi kaçırmak istemiyordum fakat hiç bir şey hatırlamıyorum sanki. Sadece görüntüler ve videolar var hafızamda. Tanrıya şükür her şey videoya çekiliyor. Özellikle Ashton'a on kere sarıldığımı hatırlıyorum. Belki daha bile fazla. Hepsine on kere sarıldım ama Ashton'a daha fazla.
Sonunda az zamanımız kaldığını söyleyen birini işittiğimde içimden Ashton ile konuşmak geldi.
Ağlamam hala dinmiş değildi ama en azından konuşabiliyordum.
"Ashton," dedim yavaşça. Bekletmeden bana dönünce yine kalbim sıkışır gibi oldu. Karnımda bir şeyler hareketlendi fakat durmadım. "Şey, senden bir şey rica edebilir miyim?" Daha kibar bir şekilde isteyene ödül verebilirdim. Hayatımda kurduğum en nazik cümleyi kurmuştum, fakat konu Ashton olunca kırılmaması için her şeyi yapıyordu insan.
"Tabii ki! Ne olursa," dedi o da en az benim kadar nazikçe. Ben sorumu kısık sesle sormuştum fakat o gayet bağırarak cevap vermişti.
Kızacaktı, yada beni boğazlayacaktı. Belki de beni bıçaklardı, yada beni yerdi. Ne yapacağını bilmiyordum fakat ondan bir katliam bekliyordum. "Kesiklerini görebilir miyim?" Diye olabildiğince sessiz bir biçimde sordum. Diğer çocuklar zaten kendi aralarında konuşuyordu ve tabii ki bizi takmadılar.
Ashton durdu, durdu, durdu ve durdu. Öylece gözlerimin tam içine bakıyordu fakat ne ima ettiğini yada ne demek istediğini anlamıyordum. Sonunda ağzını açıp bir şey söyleyecekti fakat sonra yine durdu.
Yavaşça uzun kollu tişörtünü sıyırmaya başladı. Gözlerim yerinden gerçek anlamda çıkacak kadar açılmıştı. Cidden bunu yapıyor muydu? Bu zamana kadar herkesten sakladığı kesiklerini bana gösteriyor muydu? Tanrım tanrım tanrım tanrım tanrım tanrım. Bunu cidden yapıyor.
Kendime hakim olamadan gözlerimden yaşlar akmaya başladı fakat bu sefer sesli ağlamıyordum. Ellerim yavaş, belki de hızlı bir şekilde ağzımı kapattı ve gözlerim usulca kollarına kaydı. İki kolunu da açmıştı, bilekliklerini çıkarmıştı ve elinde tutuyordu. Kesikleri en az beş yıllık olduğu görünüşünden belliydi. O kadar duygu yüklüydüm ki, dokunsalar çığlık atarak ağlamaya başlayabilirdim.
Ne hissedeceğimi yada ne yapacağımı bilmiyordum. Düşüp bayılmazsam bile benim için yeterliydi fakat Ashton bir tepki bekliyor gibi görünüyordu.
Ağzımı kapatan tek elim sol koluna gitti ve narince onu tuttu. O da titredi, bende. Bu ana kadar her fotoğrafta kesiklerini görmeye çalışmıştım. Yalan sanıyordum. Fakat hayır, değildi. O dertli bir çocuktu. O dışlanan bir çocuktu. O kötü bir gençlik geçirmişti. Bu kesikler şu ana kadar gördüğüm her şeyden gerçekti fakat ben bir o kadar yalan olmasını istedim.
Diğer elimle de diğer kolunu tuttum. Ne yapacağımı kestiremiyordum. Fakat bir anda gelen dürtüye karşı koyamayarak yavaşça kollarımı yukarı kaldırdım ve aynı zamanda yüzümü kollarına yaklaştırmaya başladım. Göz yaşlarım durmadan kollarına düşüyordu fakat rahatsız görünmüyordu.
Yavaşça dudaklarımı önce sol kolundaki izlere değdirdim. Sadece elinin tam altındaki yerde bir kaç çizik vardı. Kafamı çok kaldırmadan diğer kolunu da öptüm ve iki koluna da sarıldım. Ashton'a değil, kollarına sarıldım. Fakat bunu kısa bir şekilde yaptım ve sonra hayatımda hiç kimseye sarılmadığım kadar güzel ve sıkı bir şekilde Ashton'a sarıldım. Bu sefer bir fark vardı ki o da bana en az benim kadar sıkı sarılıyordu. Kafasını boynuma gömmüştü, ben ise onun tişörtünü kokluyordum. Doya doya içime çekiyordum onun kokusunu. Bir daha bu an yaşanmayacaktı ne de olsa?
Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. Fakat biri zamanınız bitti deyince ondan ayrılmak zorunda kaldım. Ashton'ı zor durumda bırakmıştım. Kendimi berbat hissediyordum. Buraya girerken mutluluktan ağlıyordum fakat şuanda olay tam tersine dönmüştü. İdolümün bok gibi hissetmesine sebep olmuştum. Daha kötü ne olabilirdi ki?
Hepsiyle hızlı bir şekilde kucaklaşıp çıkışa yürüdüm. Annem ve abim de peşimden çıktı. Ben hızla önden yürürken bir anda çok sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Her şeyi berbat etmiştim. Yine günlerce berbat hissedecekti ve bu benim suçumdu. O benden nefret ediyordu. Bu hep böyle kalacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CUTS
Short Story"Kesiklerini görebilir miyim?" 18.08.2015 03:57-06:00 &&&& © İznim olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, herhangi bir ticari amaç güdülerek basılamaz. İyi okumalar.