Sabah kalktığımda elimi yüzümü yıkayıp kendime geldim.Aşağya indiğimde Nermin abla kahvaltıyı hazırlamıştı.Annem ve babam kahvaltıya önem verdiği için canım bir şey yemek istememesine rağmen masaya oturdum.Ayrıca antidepresan ilaçlarımı içmem gerektiği için mecbur bir şeyler yemek zorundaydım.
Her gece bu dünyada neden hala nefes aldığımı düşünürken dün gece inci dişleri ve kehribar rengi gözleri düşünüyordum.Gözleri çok büyüleciydi.Ayrıca bakışlarıda büyülenmemin bir parçasıydı.Ah neden hala düşünüyorsam..Ben tabağımdaki zeytine işkence ederken annem ''oyalanma tabağındakiler bitecek''dedi.Sanki küçük bir çocuğu azarlar gibi.Tek kaşım havada anneme baktım sonra tabağımdakileri zorla yemeğe çalıştım.Bu arada babam bir yandan gazete okuyup bir yandan da kahvesini yudumluyordu.Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra saate baktı.''Hayatım artık çıkmalıyız Mehmet Beyle toplantımız vardı'' dedi.Annem başını onaylar gibi yapıp sofradan kalktı ''Çantamı alıp geliyorum''dedi.''
Annem bir kaç dakika sonra geldi ve babamla ikisi evden çıktı.Onlar çıktıktan sonra bende masadan kalktım ve Nermin abla ilaçlarımı uzattı.3 tane ar arda aldığım hapları mideme indirdim sıra geçen gün kayalara çarptığım için anlımda oluşan dikişli yaraya krem sürmem gerekiyordu.Anneme bu yarayı görünce pencereye çarptığım için oldu dediğimde ne kadar inanmasa da pek üstünde durmamıştı.Buda iyi bir şeydi daha önce çok kez intihar girişiminde bulunmuştum yine psikoloğa görütürüp hiçbir işe yaramayan yeni ilaçlara bağımlı olmak istemiyordum.
Bunları düşünmeyi bir kenara bırakıp kremi yaralı yerime sürdüm fakat krem yaramı yakıyordu temiz bir sargı bezini küçük bir şekilde yarayı kapattım.Hoş bu yaralar çabuk iyileşir peki ya içimizdeki acılar???Onlar iyileşmezler hep kabuk olarak orada kalırlar sonra tekrar kanarlar..Önemli olan yaranın büyüklüğü yada ne kadar kanaması değildir önemli olan o yaraları kim bu hale getirmiş olmasıdır.
Dersime 2 saat olmasına rağmen okula gidip kütüphaneye gitmenin iyi bir fikir olduğunu düşündüm odama çıktım.Dolabımın karşısına gidip kot bir şort onun üstüne beyaz şifon bir gömlek seçtim altına siyah deri botlarımı ayaklarıma geçirdim.Masamın üstünde duran çalışma kağıtlarımı kitaplarımı ve defterimi siyah deri çantama yerleştirdikten sonra aynada saçımı düzelttim daha sonra merdivenlerden inmeye başladım.
Ayağım daha iyiydi her zamanki gibi sadece ilk gün canımı yakardı ayak burkması.Nermin ablaya ''ben çıkıyorum'' dedikten sonra mutfaktan ''tamam kuzum dikkat et'' demesini duydum normalde geçirmeye gelirdi ama sanırım mutfaktan güzel kokular geldiğine göre kesin meşguldü.Kapıyı çekip bahçe kapısından çıktım.
Evden çıktıktan sonra eve yakın olan otobüs durağına doğru ilerledim.Otobüs gelmişti.Cam kenarına oturup şortumun cebinden telefonumu ve kulaklığımı çıkardım başımı cama yaslayıp kulağıma kulaklığı yerleştirdim.İşte tam anamıyla huzur buydu dışarıdaki gürültüden kaçmak için içindeki gürültünü dinlemek için yapılmış olmalıydı kulaklık.Belki bana göre en büyük icatlar arasındaydı.Çünkü bazen iç dünyamızı dinlemek için dış dünyadan uzak durmamız gerekirdi.Otobüs okulumun önünde durunca otobüsten indim.
Bolca zamanım olduğu için şanslıydım kütüphaneye gidip sesizce kitap okumak istiyordum ve bunun için en uygun yer kütüphaneydi.Kütüphanye geldiğimde oyun kitapları okumam gerektiği için Sakespeare Hamlet kitabını aldım kısa oldukları için çabuk bitiyorlardı ama dersim için okumam gerekiyordu.
Bir sandalye çekip kitabı okumaya başladım.Kitabın yapraklarını çevirdikçe merak etme iç güdüm iyice kabarıyordu.Sonra sayfanın birinde takılı kaldım.
''Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu. Katlanmak mı iyi zalim kaderin oklarına, yumruklarına, yoksa çılgın denizlere karşı gelip bir son vermek mi? Ölmek uyumak hepsi bu kadar, yalnızca uyumakla bitebilir bütün acıları yüreğin ve çektiği bütün kahırları bedenin...''
Bu cümlelerle karşı karşıya kaldığımda dona kalmıştım bu sözler ne kadar da beni yansıtıyordu.
Gözlerimin buğulaştığını hissederek kitabı kapattım.Kafamı geriye atıp gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapattım.Gözlerimi açtığımda tepemde dikilmiş bana sırıtan inci dişleri gördüm şaşkınlıktan aniden yerimden kalktım ve ''Ne yapıyorsun tepemde'' diye bağırdım bir anlık kütüphanede olduğumuzu unutmuştum ve herkesin bize baktığını hissederek etrafımdaki insanlardan özür diledim ve bana 32 dişini bir gösteren çocuğun koluna çarpıp kütüphaneden çıktım.
Şaşırdığım için tuvalte gitmenin iyi bir fikir olacağını düşündüm ve adımlarımı tuvalete doğru ilerlettim.Tuvalete geldiğimde aynanın karşısına geçip kendime bakıp derin bir nefes alıp verdim sonra musluğu açıp soğuk suyu yüzüme çarptım.Bu biraz rahatlatmıştı.Musluğu kapattıktan sonra o aptalın sırıtışı aklıma geldi yine istemeyerek kaşlarım çatılmıştı bu çocuk bana neden sürekli gülüyordu.Telefonumdan saate baktım ders saatim gelmişti hızlı adımlarla müzik odasına doğru ilerledim.
Adnan Hoca kapının girişinde bir öğrenci ile konuşuyordu ve bana ''Sen içeri gir çalışmaya başla geliyorum''demişti.''Peki hocam'' dedikten sonra piyanoya doğru ilerledim.
Yumuşak siyah deri koltuğa dik bir şekilde oturduktan sonra çantamdan piyano metodumu çıkardım ve kaldığım sayfayı açtım.Beethoven - Moonlight Sonata parçasını çalmaya başladım gözlerimi kapatıp huzuru notalarda hissediyordum.Her bir nota bir duyguyu ve huzura kavuşmayı temsil ediyordu.Bir notayı kaçırdığımı fark edince duraksadım.Derin nefes alıp kapıya doğru baktım fakat Adnan Hoca görünürde yoktu ve gözümü açtığım için yanıp sönen lambaya baktım sanırım gevşediği için yanıp sönüyordu.
Deri koltuğu lambanın altına yerleştirdim siyah botlarımı çıkarıp deri koltuğun üstüne bastım daha sonra parmak uçlarımla yukarı uzanıp gevşeyen ampulü çevirerek sıkıştırdım artık yanıp sönmüyordu tamamen odayı aydınlatıyordu.
Deri koltuktan ineceğim sıra birden gözlerim karardı ve dengemi kaybettim tam düşecektim ki güçlü birisi bileğimi kavradı ama deri koltuğun bir tarafı havaya kalktığı için tamamen dengemi kaybedip güçlü kişisinin üzerine düşmüştüm.
Şuan birisinin üstündeydim hemen doğrulup üzerinden kalktım burkulan ayağım acıyınca o kişiyi bir saniyelik de olsa ilgilenmeyi bıraktım ve ayak bileğimi tuttum.Canım birazcıkta olsa yandığı için bileğimi elimle bir yandan bastırırken yüzüne bakmayarak ''Ben cidden çok üzgünüm''dedim.
Bileğimle ilgilenmeyi bırakıp yüzümü çevirdiğimde yine pis pis sırıtan çocuk karşımdaydı.Ellerini geriye doğru yaslamış ve bana bakıp sırıtıyordu.''Şey aslında önemli değil.Alıştım artık''dedi sırıtarak.Ben kaşlarımı çattım ve bağırarak ''Neden sürekli bana bakıp sırıtıyorsun?Gülümsemen midemi bulandırıyor.Ayrıca alıştım artık derken neden bahsediyorsun''dedim öfkeyle.
Aslında çok güzel gülüyordu fakat öfkeli olduğum için ve sürekli bana gülümsediği için sinirimi bozuyordu bu yüzden böyle demeyi tercih etmiştim.Bana hala sırıtarak bakıyordu.
''Belki seni kızdırmak hoşuma gidiyordur''dedi.Ah cidden kendini ne sanıyordu anlık sinirle ayağa kalktım oda benimle bir kalktı bir adım atacaktım ki güçlü kollar tekrar düşemem için beni tuttu.İlk defa bu kadar yüzünü yakından görüyordum cidden çok kusursuzdu.
Kusursuz yüzü ,bakışları ve güzel gülüşü yüzünden kendimi ip cambazlarına benzetiyordum.Dengelerini sağlamak için ipin ucunda var güçleriyle savaşıyorlardı şuan bende kendi denge merkezimle savaşıyordum.Çünkü bu kadar güzel gülen biri benim dengemi sarsıyordu ve buda beni korkutuyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON NOTA
Teen FictionMasal 18 yaşında bir genç kızdır.Yaşadığı olaylar yüzünden bir gün uçuruma gider .Tamamen hayatındaki bağları koparacakken biri onu ölümün eşiğinden kurtarır ve o günden sonra hayatı tamamen değişir.