Okurken yukarıdaki parçayı dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Açılmayanlar için, "The Person I Miss (Song Ji Eun)"
~~
Okulun hayatımızın büyük bölümünü kapladığı bir gerçek. Yalnızca okul olmak zorunda da değil, hiç aynı ortamda bulunduğunuz biri sizinle konuşmak istediğinde, yardım istediğinde, başınızı öylece çevirdiniz mi?
Sessizliğinizle birinin "Ölümüne" sebep oldunuz mu?
İstemeden olmuştur belki, olur öyle(!)...
Salı 2010
[Saat: 08.35]
Eğer tarih dersinden daha az can sıkıcı bir ders varsa o da kanımca edebiyattı.
Zilin çalmasına beş dakika kala tarih hocamızın hala tahtaya bir yandan yazı yazıp bir yandan da anlatmasına karşın tüm duyularımı çoktan kapatmıştım. Oysaki işin gerçeği, emin olmadığım bir süre zarfı boyunca yaptığım sadece göz hareketleriyle hocayı izlemekti.
Sağ tarafıma hafifçe dönüp göz ucuyla Melda'ya baktım. Kaşlarını çatmış, hızlı bir şekilde defterine not alıyordu. Gözlüğünü işaret parmağıyla geriye itti. Gözleri gözlerimle buluştuğunda tebessüm etti.
Okulda sözel derslerde gözle görülür başarısı olan öğrencilerden biriydim. Derste herkes yarı uyur pozisyonda iken ben öğretmenin ağzından çıkan tek cümleyi bile defterime not alırdım. Belki de ezber yeteneğimden daha çok bu "Ne olur ne olmaz" cı tutumumdan dolayı bu kadar iyiydim.
Ne yazık ki sözel dersleri halletmek büyük rahatlık ise de bu işin diğer yarısı olan sayısal derslere de bir o kadar fazla çalışmak zorundaydım.
Bu işin bir dengeye varabilmesinde ise şüphesiz en büyük katkıyı Melda sağlıyordu. Herkesin merak ettiği bu dengeli başarının sırrı Melda'yla olan dayanışmamızdı.
Her ne kadar sözel derslerde ikimiz de iyi olsak da, bu her zaman her şeyin kafamıza girebileceği anlamına gelmiyordu. Biz de bunun farkına vardığımızdan beri bir "Ders notu" dayanışması içine girmiştik. Haliyle can alıcı noktalarıyla alınan bu notlar bize büyük zaman kazandırıyordu.
Zil çaldığında herkes derinden bir "Oh" çekti. Defterlerimi üst üste koyup hızlı adımlarla sınıftan çıktım. Üst sınıftan iki arkadaşımla buluşmak için bahçeye yöneldim. Teneffüslerin en sevdiğim yanı olan yer, iki yaşlı ağacın altında olan oturma bankıydı. Eğer şanslıysam buraya oturup okul atmosferinden biraz olsun çıkmak ruhumu dinlendiriyordu. Eylül'le Betül voleybol oynamaya gidince sıcak havanın arasında yüzüme vuran hafif esintiler eşliğinde bankta bir müddet oturdum.
Hızlı geçen teneffüsün ardından hızlı adımlarla okulun girişine yöneldim. Sınıf en üst katta olduğundan çıkmak bir hayli sabır gerektiriyordu. Bende bunu olası kadar az kişiyle gerçekleştirme amacındaydım.
Tozlu sınıfa girdiğimde gözüme ilk çarpan sırasında bir şeylerle meşgul oturan Melda oldu. Yüzüme bir tebessüm takınıp kafamı kendi sırama doğru çevirdim.
Çalışkan, kısa siyah saçları ve dikkat çekici koyu gözleri olan bir kızdı. İnsanlara kendini sevdiren, her tip insanla anlaşabilen ama genelde kendi halinde biriydi, Melda. Onunla arkadaştık arkadaş olmasına ama bunun ötesinde hiç bir samimiyetimiz olmamıştı bugüne kadar.
Ders başladığında önceki dersle alakası olmayan bir şekilde anlatılanlara dikkat kesildim. Matematik hocamız Sertap Hanım ikinci dersin ilk on dakikasından sonra konuyu bitirip dinlenebilmemiz için bizi serbest bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tahta Sıra [OneShot]
Short StoryKulaklıkla müzik dinleyenler, perdenin arkasında dedikodu yapanlar, tahtayı karalamakla meşgul olanlar, ayna eşliğinde gözüne düzgün bir eyeliner çekmeye çalışanlar, kitap okuyanlar, son model cep telefonlarından dizi izleyenler, kavga edenler... Ve...