13Jackson, sabah ellerini ceplerine sokmuş, kapıdan çıkıyordu. Penelope ise yüzünde mutlu bir ifadeyle onu izliyordu. Jackson, evlenmeyeceğim, demişti. Bu onun için yeterdi, Jackson bir şeye karar verdiyse geri dönmesi imkansız gibi bir şeydi.
"Gece gelecek misin?" diye sordu Penelope.
Jackson duraklamadan at arabasına yürümeye devam etti: "Evde işlerim var." dedi kısaca. Sonra da arabaya atladı. Penelope, bu adamın ona karşı tavırlarından yorulsa da ona aşıktı. Ve aşkı için her şeyi ama her şeyi yapardı.
Jackson, eve gitmek istiyordu. Bunu yapacak işleri olmasına yordu, yoksa lanet olası küçük leydinin neler yaptığını merak ettiğinden değil tabii ki. Çekip gittiğini falan da düşünmüyordu. Gidip gitmemesi umurunda değildi zaten. Gitmiş olabilir miydi?
Kafasını hınçla salladı genç adam, son zamanlarda kendisi gibi davranmıyordu. Sıkıntıyla nefesini cama doğru üfledi ve buğuyu seyretti. Londra'da hava yine kapalıydı ve biraz sonra yağmur yağacaktı. İnsanlar oradan oraya koşturuyordu. Kabarık eteğinin çamura batmasından şikayet eden yaşlı kadının sesini duydu Jackson. Eve gitmek istiyordu, istemiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu.
*
Jennifer sabah kalktığında havanın kapalı olduğunu gördü. Buna çok sevindi, kapalı havalarda kitap okumaya bayılırdı çünkü. Ayağı hala kötü vaziyetteydi ama üstüne basabiliyordu. Ayağının canını şu son zamanlarda iyi okumuştu. İpek yorganı üstünden kenara çekti ve ayaklarını yere sallandırdı. Yüksek tavana kulak kesildi, belki de sesleri duyabilirdi. Duyamayınca camlara yöneldi. Kapısını iki yana açtı ve çiçek tarhlarının yağmurla ıslanışını, toprak kokusunun burnuna gelen o narin kokusunu, hafif rüzgarla oynayan ağaç dallarını adeta içine çekti. Perdelerin yüzüne doğru kalkmasıyla gülümsedi. Bu şeyler sayesinde Jackson'ı ve çaresizliğini düşünmüyordu.
O sırada kapı çalındı ve bu eve ilk geldiğinde gördüğü hizmetli Emma'yı gördü.
Emma genç kadını öyle görünce koşarak geldi ve kapıları kapatmaya yeltendi. "Leydim, içerisi çok soğuk olmuş. Lütfen yatağınıza dönün, üstelik ayağınız..."
"Emma, yok bir şey." dedi, Jennifer gülümseyerek. "Birincisi bana leydi demene gerek yok, çünkü değilim. İkincisi içerisi soğuk değil, yağmur ısıtıyor. Üçüncüsü ise ayağım gayet iyi. Fakat beni kütüphanenin olduğu yere götürürsen çok sevinirim."
Emma hanımının yüzüne anlamaz gözlerle baksa da sonra yenilgiyi kabul etti ve kolunu uzattı. Jennifer, genç kızın koluna girdi ve onu odadan çıkartmasına izin verdi.
Kütüphaneye geldiğinde içeride kimsenin olmayışını görüp sevindi Jennifer. Hemen her yeri kitaplarla kaplı büyük odada dolanmaya başladı.
"Efendim, ben size süt ve çikolata getireyim." dedi Emma. Jennifer buna hayır demezdi. "Lütfen." dedi, gülümseyerek.
Kitaplar başını döndürmüştü. Biraz sonra, deri koltukta elinde tazelenen sütüyle kitabını okuyordu. Onu izleyen biri olduğunu tabii ki hissetmiyordu.
Jackson ellerini ceplerine sokmuş, üzerindeki krem rengi ipek geceliği ile sütünü yudumlarken arada gözlüğünün üstündeki kaşlarını çatıp arada gülümseyerek kitabını okuyan genç kızı izliyordu. Bunu yapmaktan utanmayı sonraya saklayacaktı. Zira burada kızın olduğunu düşünmeden gelmişti. Çünkü buraya ondan başka kimse girmezdi, doğru dürüst.
"Adama bak." diye mırıldandı Jennifer. "Öyle denmez."
"Nasıl denir?" diye sırıtarak içeri girdi Jackson.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTLAŞMA
Ficción histórica1800'ler İngiltere'si. İki genç kız kırlarda uzanmışlar, birbirlerine söz veriyorlardı. "Torunlarımız birbiriyle evlenecek!" Arkadaşının ölümünden sonra bunu yapmayı kendini görev bilmiş Leydi Penrose, büyüttüğü yakışıklı ve güçlü adam Dük Jackson...