Gözlerimi kapatıp başımı toprağa koyduğumda çocukluğumu görüyordum. Beklenmedik bir şarapnel parçasının göğse saplanması gibi bir acı,yüreğimden başlayıp
bütün vücuduma kadar yol kat ediyordu. Hala çocuk olduğumun bilincinde olmama karşın çocukluktan,özgürlüğümden ve babamdan bir daha kavuşamayacakmışım gibi
ayrılacağımı düşünüyordum. Babam Cristanus'un bazı ılık rüzgarlı gecelerde küçük evimizin çatı katında uzandığımda,bana yumuşak olmasını umduğu sesiyle anlattıkları
geliyordu aklıma. Her anımsayışımda rotasını kaybeden bir denizci gibi çaresizliği hissediyordum. Bu duygularımdan kurtulup biraz olsun rahatlamak için en iyisi yazmak ve bu karanlığa ışık tutarak geçmişimde tek varlığım olan babamı anmak olacak.1701 Hochosterwitz,Avusturya
Annem Apollonia beni doğururken babamla beraber bir ömür boyu yalnız bırakarak ölmüş. Onunla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Ne bir dantel
parçası var elimde, ne de kokusunu hatırlıyorum. Babamla beraber Hochosterwitz Köyü'nde tek katlı bir kulübede yaşıyorduk. Bazen ormanın az ötesinden görünen devasa şatoyu izler ve ihtişamına iç çekerek bakardım.
Genellikle şifacı kadınların
sık sık geldiği ormanın içindeki evimizde ısınmak oldukça zordu. Babam topladığı odunları köy meydanında satmaya gittiğinde bazen onunla gider, o işini yaparken kurulan pazardan elma çalardım.
Satıcılar bana bağırıp kızdıklarında ise çil yavrusu gibi ortadan kaybolurdum. Evimizin yakınlarındaki dereye gidip kurbağa ve semender yakalayıp otlarla
oynardım. Eskiden annemin baktığı,şimdiyse mahvolmuş bahçemizden lavantalar toplar taranmamış dağınık saçlarıma takardım. Kardeşimin olmaması
özellikle geceleri kendimi yapayalnız hissetmeme yol açardı. Babamın bana göstermediği ilgiyi bulmak için bazen babam için küçük dallar ve odunlar toplardım.
Fakat o sadece bir köpekmişim gibi başımı okşardı. Ben hariç her şeyle ilgilenir gibi bir hali vardı. Ne şefkatli bir dokunuş hatırlıyorum,ne de kokulu bir öpücük.Babam geçimimizi artık odunculukla sürdüremeyeceğini fark ettiği gün iş aramaya başladı. Bu sıralarda bazen onu evdeki dar odamızda meşe sandalyenin üstünde
oturup derin derin düşünürken yakalardım ve yanına gidip yavaşça elini tutardım. Bana hafifçe tebessüm etse de gözlerinin altındaki hafif kırışıklıklardan başka
yüzündeki hiç bir mimik oynamazdı. O evde olmadığı zaman sakladığı sandığındaki tozlu kitaplara bakar,annemin olduğunu tahmin ettiğim bu kitaplara
dokunur ve okumaya çalışırdım. Babamın çok yakın olduğu dostu Antonio, daha önce İngiltere'de eğitim gördüğünden ve kralın
elçiliğini yaptığından babama sürekli işine yarayacağını söylediği şeyler anlatırdı. Aynı zamanda Kral Francis'in akrabasıydı. Israrım üzerine bana okuma yazmayı öğrettiğinde nihayet annemin kitaplarını
bir solukta okumaya başlamıştım. Kısa sürede mantık yürütmeyi öğrenmiş ve hikayelerden çıkarılacak sonucu hemencecik bulmaya alışmıştım. Antonio bana bu iyiliği yaptığında ona defalarca teşekkür edip onun melek kadar iyi biri olduğunu düşünmüştüm. Ancak bir gün dereden sırılsıklam geldiğimde babam ile onun yüksek sesli tartışmalarını duyduğumda ters bir şeyler olduğunu anlayarak pencerenin altına sinip dinlemeye başladım."Bu çok tehlikeli Antonio! Bunun sonu ölümdür!"
Babamın telaşlı sesi ürkmeme sebep olsa da hızlanan nefeslerimi gizlemek adına ağzımı elimle kapatarak dinlemeye devam ettim.
"Çok basit Cristanus. Şatoda ziyafet düzenlenecek. Tek yapmamız gereken yemeği zehre bulamak. Düşünsene! Tahta geçip yeni Kral olduğumda en büyük elçim olacaksın ve bu görev için sana istediğin kadar altın vereceğim."
Babam tepkisiz kalıp cevap vermedi ve Antonio devam etti.
"Apollonia'nın servetini bir hiç uğruna kullandın ve elinde hiçbir şey kalmadı. Aklını kullan, başka şansın yok!"
Babamın derin nefesini duydum. Korkudan titrediğim halde cevabını deli gibi merak ediyordum.
"Belirli şartlarım var Antonio. Baş elçilik istiyorum. Ayrıca iki sandık altın. Biri Juliane için olacak."
"Nasıl istersen Sevgili Cristanus! İki güne kadar vaktimiz olacak. Bana güven."
Konuşmanın bittiğini anladığımda adım seslerini hissederek hızla evin arkasına sakladım ve Antonio'nun uzaklaşmasını bekledim. Elbisemi tekrar giyindikten sonra diz çöküp olanları anlamaya çalıştım. Babamı durdurmaya çalışırsam bana onları dinlediğim için kızacak ve ahlaksız bir çocuk olduğumu söyleyecekti. Bu yüzden ona bunu söyleme cesaretini kendimde bulamadım. Uzun otları koparıp aynı yerlerine öfkeyle fırlatarak olacakları düşündüm ve babamın ölmemesi için içimden Tanrı'ya dua ettim.
(Multimedya : Hochosterwitz Şatosu,Avusturya)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JULIANE
Historical FictionHenüz on bir yaşındayken Hochosterwitz Şatosu'nun eteklerinde bir köyde babası ile yaşayan Juliane,babasının da içinde bulunduğu hain bir plana kurban gideceğini öğrendiğinde iyi kalpli bir bayandan yardım alarak Almanya'ya,Neuschwanstein'e kaçar...