1702 Neuschwanstein,Almanya
Neuschwanstein Köyü'ne adım bastığım an köy meydanında meleyerek koşturan ve çobanını takip eden kuzular gördüm. Etrafıma şaşkınlıkla bakınıp nereye gideceğimi bilmezken Cecilia duygularımı hissetmişçesine elimi tutup beni yeni yuvama götürmek için yürümeye başladı. Ufak bir bahçesi olan göl kenarındaki eve geldiğimizde kuş sesleri içimi huzurla kaplarken içimde bir özlem çullandı. Cecilia elimi bırakıp önümde diz çöktü ve yüzümü avuçları arasına aldı.
"Burada çok mutlu olacaksın Juliane. Agnise'e iyi bak." Dedikten sonra bana gülümsedi ve yavaş adımlarla arkasını dönüp gitti. Küçük evin kapısının açılmasıyla içeriden çıkan yaşlı bir kadın fark ettim. Bana derin gülümsemeyle yaklaştı. Gözlerinde yılların beraberinde getirdiği bilgiyi ve tecrübeyi görüyordum.
"Tatlı Juliane sen olmalısın. Haydi,içeri gel."
Peşinden eve girdiğim an etrafı incelemeye başladım. Kahverengi minderler ufak şöminenin önünde duruyordu ve yerdeki kilime konmuş bir masada nakış aletleri vardı. Oldukça şirin bir evdi ve sıcak görüntü içimde kor gibi yanan endişe ateşini söndürerek küllerini sonsuza dek yok etti.
-
Kısa süre içinde yaşlı Agnise'e alışmıştım. Gölde oynamama izin veriyordu ve otlanmaya gelen kuzuları yakalayıp sevdiğimde babam gibi kaşlarını çatmıyor,ufak kahkahalar atıyordu. Ben de ona çamaşırları yıkamasında yardım ediyor,bazen yaptığı çorbayı karıştırıyor ve bana verdiği nakış ipliğini iğneden geçirmesine yardım ediyordum. Her gece ufak odasında yatmadan önce bana dua kitabını çıkarıyor ve okumamı istiyordu. Ona her gün bir dua okuduktan sonra fitilini söndürüp küçük şöminenin karşısındaki mindere uzanarak uyuyordum. Agnise benim görmediğim annem veya büyükannem gibi olmuştu. Bazen ufak gümüş tarağıyla saçlarımı tarıyor ve mavi bir kurdeleyle örüyordu. Ancak ben gölde oynamaya gittiğimde zarif örgüm aniden çözülüyor ve kurdelem suyun içinde kadifemsi parlaklığıyla süzülüyordu. Şarkı söylemenin bana doğal geldiğini fark etmiş ve sık sık maniler uydurarak Agnise'e söylemeye başlamıştım. Agnise'in sesimi övmesi beni daha da mutlu ediyordu.
Neuschwanstein Köyü'nde çok geçmeden arkadaş edineceğimi umsam da bu işi pek becerememiştim. Köy meydanında cennet mi cehennem mi oynayan kızlara bazen utangaç bir gülümsemeyle oyunlarına katılıp katılamayacağını soruyor ve her seferinde "Hayır." cevabını alıyordum. Ancak bir gün bir şey oldu. Agnise akşam üstü gün batımına doğru küçük evimizde minderde uyurken,ben de gölde yüzmek için dışarı çıkmıştım. Elbisemi çıkarıp gölün ılık suyuna aniden daldığımda hafifçe titresem de suya alıştığımda kendimi bir alabalık olarak hayal edip kıvrılarak yüzmeye başladım. Kıyafetimi çıkarıp göle girmekten utanmıyordum çünkü henüz on bir yaşıma yeni basmıştım ve vücudumda bir bayan kıvrımlarından ziyade erkek çocuğu gibi bir düzlük görüyordum. Gölde yüzerken göl kenarında adım sesleri duyduğum an hışımla başımı çevirdim. Karşımda belinde kılıcı olan siyah saçlı bir oğlan duruyordu. Buz gibi gri gözleriyle bana bakarak gülmeye başladı.
"Hey Andres! Sanırım gölde bir denizkızı buldum." Dedi. Seslendiği sarışın oğlan yanına geldiğinde siyah saçlı beni işaret etti ve "Şurada,bak! İlk kez böyle bir balık görüyorum doğrusu." Dedi. Ağzımı açıp öfkemi yansıtacak bir cevap vermeye hazırlanıyordum ki yanındaki oğlanın sözleriyle aniden sustum.
"Lord'um, sanıyorum bu denizkızı bizi öldürecek. Bakışlarında hiç hoş olmayan imalar görüyorum." Diye konuştu ve siyah saçlı gencin Neuschwanstein prensi olduğunu anladım. Hem prense bu halde görünmenin verdiği utanç hem de alay edilmek yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu. Prens gülerek arkadaşı ile beraber gittiğinde derin nefes alarak elbisemi giyindim. O günden sonra hep prensin dikkatini çekmeye çalıştım.
Her gün köy meydanına gidip o gelmiş mi diye bakıyor ve olumsuz sonuçla hayal kırıklığına uğrayıp eve geri dönüyordum. Onun hakkında bir şeyler öğrenmeyi istiyordum ve bu isteğimi Agnise'in gerçekleştirebileceğini düşünüyordum. Ona göl kenarındaki ağaçtan topladığım elmaları yıkayıp götürdüm ve oturduğu minderde hemen yanına geçtim. Elindeki nakışı bıraktı ve elmaları görünce gülümsedi.
"Agnise, göldeyken bir prens gördüm." Dedim heyecanla. Agnise muzipçe güldü.
"Prens Alexius olmalı. Neuschwanstein'in yakışıklı Prens'i,Kral ve Kraliçe'nin gözbebeğidir." Dedi. Omuzlarımı silktim.
"Neden? Bebek gibi değil bence." Dedim masumca. Agnise elindeki nakışı kucağına bıraktı.
"Ah,sersem kız. Oğullarını çok seviyorlar demek istiyorum. Bu sene içinde Prens Alexius'u üniversite okuması için İngiltere'ye gönderecekler. Onun için her şeyi yapmaya hazırlar."
Prensin benden altı yaş büyük olduğunu öğrendiğimde içimde bir huzursuzluk oluşsa da daha fazla soru sormadım ve o günden sonra Prens Alexius için köye gitmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JULIANE
Historical FictionHenüz on bir yaşındayken Hochosterwitz Şatosu'nun eteklerinde bir köyde babası ile yaşayan Juliane,babasının da içinde bulunduğu hain bir plana kurban gideceğini öğrendiğinde iyi kalpli bir bayandan yardım alarak Almanya'ya,Neuschwanstein'e kaçar...