Dualarımın sonucunu almış olduğumu sanmama karşın inanılmaz bir suçluluk duygusu beni yiyip bitiriyordu. Kral Francis gerçekten de iki gün sonra aniden ölmüş ve halk yasa boğulmuştu. Bilgili Kral Francis gibisinin bir daha gelemeyeceğini ve Avusturya krallık hanedanının kötülüğün ölümcül tohumlarını kısa sürede salacağını söyleyenler oldukça fazlaydı.
Öte yandan kendime hak vermeye çalıştım. Duyduklarımı gidip krala veya elçilere anlatsaydım babamı öldürebilirlerdi.Hochosterwitz'te yaşanan olaylardan biri ise Kraliçe Anna'nın Kral Francis'in ölümünden sonra yeni Kral Antonio ile evlenmesiydi. Kimse eskiden sevgiyle baktığı kocasını nasıl bu kadar çabuk unuttuğunu anlayamıyor ve bu evliliğin gerçekliğine inanmıyordu. Kraliçe Anna'ya artık saygı ve bağlılıkla değil,yalnızca mecburiyetten itaat ediyorlardı. Antonio'nun tahta geçmesi bizim için iyi bir başlangıç olabilirdi. En azından babamın anlaşmasını aklıma getirdiğimde böyle düşünüyordum fakat katıldığımız ilk kraliyet ziyafetinde bu düşüncem yerini dehşet bir korkuya bıraktı.
Kral Antonio, tahta geçmesi şerefine büyük bir ziyafet düzenledi ve şatoda yaşayan tüm halkı bu ziyafete davet etti. Dükler,kontlar,düşesler ve soylu leydiler olmak üzere herkes bu büyük ziyafette eğleniyor ve dağıtılan kadehlerle çakırkeyif olana kadar tatlı şarap içiyorlardı. Biz de davet edildiğimizden içimde garip heyecanla şatoya girdiğimde büyük salon karşısında gözlerim kamaştı. Altın rengi dekor ve kadife perdeleri gördüğümde ister istemez kendi evimizdeki bakımsız penceremiz ve tahta sandalyeleri düşünüp içimdeki küçük kıskançlık filizlerini durduramamıştım. Yemeğe başlandığında sofradaki etlere ve çeşitli meyvelere hayranlıkla göz gezdirdim. Çok yemiş olmalıyım ki karnımdaki rahatsız edici gurultular artık yememem gerektiği konusunda beni uyardı. Babamı aramak için etrafa bakındığımda onun burada olmadığını fark edince içimde bir korku oluşmuştu. Garip olan, kral da burada değildi.
Masadan kalkarak soytarıların kralı eğlendirdiği büyük salondan çıktım ve dar koridorlarda babamı aramaya başladım. Adımlarımı hızlandırıp koşmaya başlarken bu büyük şatoda kaybolma korkum git gide kabarıyordu. Arkamı dönüp koşmaya devam ederken dev bir cüsseye çarpmamla kalbimin atışlarının delice hızlanması bir oldu. Başımı kaldırdığımda çarptığım kişinin babam olduğunu gördüğümde rahatladım. Fakat o oldukça gergin ve kötü görünüyordu.
"Benimle gel Juliane." Dedi ve kolumdan sertçe tutarak beni peşinden sürükledi. Şatonun gizemli koridorlarından geçip kulede bulunan dar merdivenlere geldik. Hızlıca inerken başımın dönmesiyle gözlerimi hızlıca kırpıştırdım. Devasa bahçeye çıktığımızda babam beni kulenin kenarına çekerek eğildi ve telaşla konuştu.
"Juliane,buradan gitmelisin."
Duyduklarımın ani etkisiyle dolan gözlerimi elimin tersiyle sildim.
"Neden?" Dedim konuşma gücünü kendimde bulduğumda. Babam dişlerinin arasından derin bir nefes aldı."Kral Antonio anlaşmayı bozdu. Bizi öldürmek ve sırrını sonsuza dek kendinde saklamak istiyor." Dedi.
Dürüstlüğü kanımı dondurdu. Tepki veremedim. Konuşmaya devam etti.
"Kaçan bir kadın daha olacak. İsmi Cecilia. Onunla Almanya'ya gideceksin ve seni Agnise adında birine bırakacak. Onunla yaşayacaksın ve burada olanlardan kimseye bahsetmeyeceksin Juliane."
"Sen de benimle gel!" Dedim hıçkırıklara boğularak. Babama büyük bir sevgi beslemesem de onunla yaşamaya alışmıştım. Şimdi ondan ayrılıp yeni biriyle yaşamaya alışmak zorunda olmam canımı acıtıyordu. Eskisi gibi evimizin etrafında oynayamayacak olmam beni üzüyordu. En çok üzüldüğüm şey ise babamın ölme ihtimaliydi.
"Gelemem. Beni bulurlar. Kendimi kurtarmanın yolunu bulacağım. Üstelik sen büyüyorsun. Genç bir bayana öğrenmesi gerekenleri ben öğretemem. Bu en iyi kadınların yapabileceği bir iş." Dedi babam ve beni tekrar kolumdan tutup şatonun uzun dönemeçli merdivenlerinden hızlıca indirmeye başladı. Ormanın girişine geldiğimizde köşede bekleyen bir at arabası gördüm. Babam, ceketinin cebinden elime bir şey tutuşturdu. Avucuma bıraktığı şey bir miktar para ve eski bir kolyeydi.
"Annenin drahomasından kalan tek para bu. Kolye de ona aitti. Şimdi git ve buraya asla dönme kızım."
Bu sözünün üzerine hafifçe başımı okşayarak beni at arabasına bindirdi. Yanında oturduğum kadın dalgalı kahverengi saçları olan tatlı gülümsemeli bir kadındı. Kadının yüzüne bakmaya çekindiğimden saçındaki hercai menekşeleri işlenmiş boneye baktım. Kadın elimin üstüne elini koydu ve fısıltıyla konuştu.
"Orada bu gizli kaçışımızdan kimseye söz etmek yok,anlaştık mı?"
Başımı salladım ve bastıran utancıma yenilerek başımı sağa çevirdim. Yola çıktığımızda babamın başına gelecekleri tahmin etmeye çalışıyor ve Tanrı'nın duamı kabul etmediğini düşünüp şanssızlığıma lanet
okuyordum. Ardımda bıraktığım bu olaylar hafızamdan silinmediği sürece Almanya'da mutlu olabilecek miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JULIANE
Historical FictionHenüz on bir yaşındayken Hochosterwitz Şatosu'nun eteklerinde bir köyde babası ile yaşayan Juliane,babasının da içinde bulunduğu hain bir plana kurban gideceğini öğrendiğinde iyi kalpli bir bayandan yardım alarak Almanya'ya,Neuschwanstein'e kaçar...