Çok önceleri gönül vermiştim ona. Ama tanımamıştım kendisini hiç. Yüz yüze gelememiştik hiç. Gözlerine bakmamıştım, sevmemiştim, koklamamıştım.
Ta ki çiçekçide görünceye dek.
İlk kez, onu orada, öyle alımlı haliyle görünce, çarpıldım."Bu nedir?" diye sordum çiçekçiye.
"Bilmiyor musun?" diye küçümsercesine dudak kıvırdı. Alaysı küçük bir gülüş vardı dudak kıvrımlarında.
İtiraf ettim."Bilmiyorum..."
Daha fazla üzmedi. Söyledi.
"Sümbül..."
Demek buydu sümbül. Yıllardır tanımadan gönül verdiğim.
Sadece Aşık Veysel'in türküsüyle yandığım:
"Sümbül der ki ben âlâyım
Yiğit başına belayım
Her çiçekten ben âlâyım,
Benden âlâ çiçek var mı?"Yokmuş, gerçekten yokmuş. Hiç duraksamadan alıp eve getirdim onu. Önce kabını değiştirdim. Daha geniş bir yer sağladım ona. Toprağını, gübresini, can suyunu verdim.
Öptüm, sevdim, okşadım...Günlerce çevresinde dolanıp kut yaptım ona. Güzelliğinden söz ettim. O da nazlı nazlı salındı.
İkimizde mutluyduk.
Aradan 15 gün kadar bir zaman geçti. Çok değil, bir bu kadarcık bir zaman işte... Baktım bizimkinde bir sararıp solma var. O canlı pembe rengi gitmeye başlamış.Hafta dolmadan baktım, bir kaç çiçeği boynunu bükmüş bunun.
"Elveda, ben artık gidiyorum..." der gibiydi.
Giderek eridi.
Bir iki ay içinde yok oldu.
Onun yerinde artık sadece kurumuş bir çiçek iskeleti var.Bendeki düş kırıklığını hesaplayın.
Artık hayatından sümbül geçmiş bir insandım. Keşke tanımasaydım onu.
Siz siz olun, bir sümbüle gönül vermeyin...
***
(Alıntıdır)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT HİÇ BİTMEYECEK
FanfictionBu hikaye ülkemizin nasıl bir adalete sahip olduğunu ve zor bir aşkı anlatmaktadır. Gerçekten de ülkemizde var olan bir ceza sayesinde bir aşk doğar, zor bir aşk... Bir katil hakime saygısızlık ettiği için bir ceza alır. Bu ceza, hakiminde eğer rız...