Sinek kaydı

82 10 14
                                    

Tekrar yusufa döndüm ve artık yapılacak hiç birşey kalmamıştı. Cansız bedeni kan içerisinde yatarken ,yüzünde kendinden emin bir gülümseme vardı.Acaba bu gülümseme huzur bulmaktan mı ya da sadece psikolojisinin bozulduğundan mıydı bilemeyeceğim.Sadece düşündüğüm gencecik delikanlının ellerimin arasında can verdiğiydi.
Kollarımın arasındaki yusufu bırakıp istemsizce ayağa kalktım.Yerden kalktığımda üzerime ve elime kan bulaşmıştı.Bu arada amcası çatıdan inip koşarak yusuf'un yerde yatan bedenine sarıldı ve "Neden yaptın " diye ağlamaya başladı.Kanlı ellerimle amcasının omuzuna dokunup daha fazla bu manzaraya dayanamayacağımı düşündüm ve tren garına girdim. Tekrar bekleme salonuna doğru ilerledim.İçeri girdiğimde Sanki hiç bişey olmamış gibi genç ve iri yapılı adam yatmaya devam ediyor , diğer yaşlılarda aynı yerlerinde oturuyorlardı. İnsanlar ne kadarda duyarsızlaştı. Bir de şu yatan genç adama bakın biraz önce sinema izlemişçesine gelmiş yatmaya devam ediyordu. Bende burdakilerden farksız sayılmazdım. Bende terk edip gelmiştim yusuf'u.
Trenin gelişiyle birlikte yolcularda hareketlenme başlamıştı. Biletime bakmak istedim fakat elim cebime varmadı. Yerimden kalkıp trene doğru ilerledim ve herhangi bir vagonun sıradan kompartımanlarından birinin cam kenarına doğru oturdum.Kompartımana kimse girmiyor, girmek için yeltenenlerde üzerimdeki kan lekesine bakıp korku dolu bakışlarla kapıyı kapatıp geri çıkıyordu.Tren o ağır ve gürültülü haliyle yola çıktı.
Akşam olmak üzereydi. Hava yavaştan kararmış trenin o loş ışıkları yanmaya başlamıştı. Hava karartısıyla birlikte kompartımandan sadece uzak köylerin ışıkları belli oluyordu. Kaç zaman bu köyleri izledim bilmem ama uykuya dalmışım.
Uyandığımda tren durmuş ve sabahın ilk ışıklarını göz bebeğimin derinliklerinde hissetmiştim. Muhtemelen kondüktör gelmemişti ya da gelmiş ama beni uyandırmamıştı. Üstü başı kan içerisinde olan adamı bende uyandırmak istemezdim. Kompartımanın kapısını açıp vagondan aşağı indim. Küçük bir gara gelmiştim. Kimsecikler yoktu. Nerede olduğumu bilmiyordum.
Garın üzerindeki .... tren garı yazıyordu. Tren garının yanında kavak ağacı, büyük yapraklarıyla ceviz ve erik ağaçları vardı. Gardan çıkıp şehrin orta yerine doğru yürümeye başladım. Görenler şeytan görmüş gibi üzerime bakıyordu. Her nedense üzerimi temizlemek istemiyordum. Bir yandan da bu bakışlardan usanmış bilmem kimin hayratı olan çeşmede elimi ve elbisemi yıkamıştım. Yavaş yavaş yürürken şehri izlemeye başladım.
Şehrin düzlükleri evleri kaldıramamış şehrin tepelerine doğru evler yapılıyordu. Yolları eski taş yollarla döşenmiş olabildiğince tarihiydi bu şehir. Ahşap yapılı evler çoğunlukta, neredeyse hepsinin çatıları kiremittendi. Şehrin meydanına geldiğimde o bilindik şehir meydanlarından; ortada havuzu, yanı başında çay bahçesi, çay bahçesinin karşısınada pazar kurulmuştu. Yağmur yağmaya başlamış, halk yavaştan pazardan çekiliyordu. Yağmur yağmaya başlayınca şemsiyem aklıma geldi. Yanımda yoktu. Acaba nerede bırakmıştım? Kim bilir nerededir. Sığınacak yer bulmalıydım. Çay bahçesine doğru ilerledim.
Çay bahçesi dedimse öyle büyük bir yer değildi. Zaten yağmur yağınca herkes çay ocağının olduğu yere sığınmıştı. Camların buğusundan içerisi görünmüyordu. İçeri girdiğimde sanki pazarın bütün kalabalığı buradaydı. Çay ocağının olduğu bölümde, kaynayan suyun verdiği buhardan görünmeyen ocakçı "Haydi! Çay isteyen." diye bağırıyordu. Köşede bir sandalye bulup oturmamla önüme bir çay geldi. O bilindik ince belli altında kırmızı beyaz plastikten tabağıyla birlikte. Çay, taze ve lezzetliydi. Çayı içip çay tabağına demir parayı bıraktıktan sonra dışarı çıktım. Yağmur dinmişti artık. Gökyüzü yavaştan güneşi selamlıyor ve pazarcıların bağırışları kent meydanında yankılanıyordu.
Kendime bir otel bulmalıydım. Şehri gezmeye başladım ve bir otel denk gelmişti. Otelin dışı pembeye boyanmış, pencereleri beyazdı. Girişi tahta kapıdan küçük bir kapıydı. Altında dükkanlar sıralı haldeydi. Giriş kapısının yanındaki berberi görünce birden traş olma isteği uyanmıştı. Elimi saçlarıma attığımda darmadağınık olduğunu hissettim.
Uzun zamandır aynaya bakmadığımdan nasıl olduğunun farkında bile değildim. Berberin kapısında öylece durmuşken içerden bir ses "Buyur ağabey sırada kimse yok." deyince içeri girdim. Nedense berberlerin hem dükkanına hem kendisine berber deniyor. Gerçi şimdilerde kendilerine kuaför demeye başladılar ama bendeki berber anlayışını gözümden silmiş değiller. Kim nasıl traş olmak istese " Bana bırak." deyip saçımızla aramızdaki bağı koparıp atarlar.
Her neyse dükkanda iki tane kırmızı koltuk ve eski berber aynalarıyla, bilindik kültürümüzü usta makasıyla yaşatmaya çalışan bir yaşlı ve bir genç adam vardı. Genç olanın gösterdiği yere oturdum. "Nasıl yapalım ağabey? Saç mı sakal mı? Buralarda yenisin galiba?" sorularıyla gevezeliğini belli etti. Saçlarımı işaret edince "Nasıl yapalım?" diye sordu. Ben birşey demeden yine saçlarımı işaret ettim. Tezgahın önünden bir makas alıp kesmeye başladı. Bu arada türlü sorular soruyor benden yanıt alamayınca susuyordu. O sırada dükkanın kapısından kahkaha atarak içeriye sakalları birbirine karışmış zayıf ve kısa boylu bir adam girdi.Yanımdaki koltuğa oturdu. "Hadi bey amca acelem var. Kalkta traşa başla." diye yaşlı adama seslendi. Yaşlı adam ağır ağır yerinden kalkıp genç adamın yakasına havluyu astı.
Tezgahtan usturasını alıp içerisine yeni bir jilet yerleştirdi. Bu arada benim saçımın önemi yoktu. Yaşlı adam daha dikkat çekiciydi. Adamın sakallarını bir güzel köpürttükten sonra sağ eliyle usturasını alıp, faul altlarından kesmeye başladı.

Yaşlı adam traş ederken, traş olan genç "İşler nasıl bey amca? İyiye benziyor ha!" deyip sırıtıyordu. Beni traş eden genç ise benden çok yanımdakiyle ilgileniyor, ona ters ters bakıyordu. Traş olan genç adamın durup durup kahkaha atması beni bile sinirlendirmişti. Yersiz ve dengesiz gülüyordu. Yaşlı adama doğru bakarken birden elindeki usturayı traş olan adamın boğazına dayadığını gördüm. "Genç ne yapıyorsun bey amca? Kendine gel. Çek şunu boğazımdan." diye bağırıyordu. Yaşlı adam sağ eliyle usturayı tutuyor sol eliylede gencin çenesini sıkıca yakalamıştı. Birden ayağa fırladım. Beni traş eden genç; "Dur usta yapma! Değmez." diyordu. Ne olduğunu anlamamıştım bile. Adam öfkeli gözlerle gence bakıyor bir türlü vazgeçmek istemiyordu.

Birden "Bir daha yapamayacaksın." deyip boğazının orta yerinden usturayla kesmişti. Kanlar yaşlı adamın eline ve lavaboya doğru fışkırıyordu. Genç adam çırpınıyordu fakat yaşlı adamın onu sıkıca kavraması kaçmasına engel oluyordu. Kanlar her tarafa saçılmıştı. Ayakta o sahneyi izlerken hiç bişey yapamadım. Genç çırak ve ben sadece bakabilmiştik.

En sonunda yaşlı adamın elleri arasında öldürdüğü gencin bedenini tezgahın üzerindeki lavaboya doğru itti. Diğer lavaboya doğru geçip usturasını ve elindeki kanları yıkamaya başladı. Sonra sessizce ilk oturduğu yere doğru geçip başını ellerinin arasına alıp yere doğru kafasını eğdi?

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 20, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SAAT :3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin