3.Bölüm

64 10 5
                                    

" Güzel çiçekleri, nadir görünüşlü bitkiler verir."

Andre Gide

İlginç bir rüyaydı. Çok mutluydum. Ailem, arkadaşlarım, ben...
Fakat sonra hepsi birden kayboldu. Ertaf karanlığa boğuldu. Ortada sadece sera vardı. Seranın etrafında karanlık eller geziniyordu. Seranın içindeki her şey kendisiyle birlikte yok olup gitti. Sonra ise aniden uyandım. Uyandığımda saat daha 6.00 idi. Geri uyuyamadan kalktım ve odamı toparladıktan sonra aşağı kata indim. Barlas yoktu. Sabahın köründe kalkıp nereye gitmiş olabilir ki?Hiç düşünmeden işime devam ettim. Evi baştan aşağı temizlerken çok zaman geçti. Saat şu an 9.00 du. Duş alıp giyindikten sonra kahvaltıyı hazırladım. Masaya oturduğumda piyanoya doğru şüpheci bir şekilde baktım. Başına oturdum ve ellerimi tuşların üzerine koydum.Fakat dün olduğu gibi ellerimi rahatça hareket ettiremiyodum. Ne kadar çabalasam da olmuyordu. Kendime kızmaya başladım. Piyanonun tuşlarına sertçe vurdum ve yüzümü piyanonun üzerine gömdüm. Derin düşüncelere daldım. Hayatım gerçekten iyi miydi? Aslında kendimi teselli etmeye çalışsamda karmakarışık bir hayat sürdürdüğümün farkındaydım. Yüzümü kaldırıp kendimi toparlamaya çalıştım. Tekrar ve tekrar denedim durdum fakat yapamadım. Sonra arkamda birinin durduğunu farkettiğimde Barlas'ın orada durduğunu gördüm.

"Barl-" konuşamadım. Beni zikreden bakışları çok samimiydi fakat genede ciddiliğini koruyordu. Ellerini ellerimin üstünü koydu ve sonrasında aniden geri çekti. Karşımdaki nota defterine bakıp ellerini piyanonun üstüne koydu ve Mozart'ın "Twinkle twinkle little star " parçasının başını sadece sağ eliyle çaldı. Durduğunda bana bir bakış attı. Bu bakışı yapabilirsin der gibi bir bakıştı. Tekrar sağ eliyle parçanın başını çalmaya başladı. Derin bir nefes aldım. Sonrasında ise sol el görevini yerine getirdim. Çalışımız bittiğinde ise şaşkın fakat mutluydum.

"Başardım." Barlas bir şey demeden sadece kahvaltı sofrasının başına oturdu. Ben ise ayağa kalkıp ona meyve suyu doldurdum ve karşısına oturdum.

"Neredeydin?"

"Sabah yürüyüşü." Çok soğuk ve sinir bozucu bir ses tonuydu.

"İçeri nasıl girdin?" Cebinden bir anahtar çıkardı. Benim anahtarımı almış. Bu da demek oluyor ki odama girip çantamı karıştırmış.

"Hem odama girip hemde çantamı karıştırdın öyle mi?" Sinirli bir şekilde bakış attım. Hiç hoşuma gitmemişti.

"Hiç bir şeye meraklı değilim. Sadece anahtarı alıp çıktım ve anahtar çantanda değildi. Masanın üzerindeydi." Öylece kalakaldım. Biraz kızarmıştım.

"Genede odama öylece giremezsin."

"Çok dağınık bir odan var pasaklı."

"Bu seni ilgilendirmez. Merak etme bugün her yeri baştan aşağı temizledim." Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yürüdü. Öğlen olmak üzereydi.

"Nereye?"

"Öğle yürüyüşü." Gerçekten sinir bozucu bir kişiliği var.

"Bekler misin? Bende seninle geliyim." Bir şey demeden bana acele et bakışı fırlattı. Üzerimi giyinip aşağı indiğimde o gitmişti bile. Tam ağzımı açacaktım ki kendimi tuttum. Hızlı bir şekilde dışarı çıktım. İndiğimde onun çok ileride olduğunu gördüm. Yanına yetişene kadar nefes nefese kaldım.

"Beklesen çürür müsün?" Her zamanki gibi sessiz bir şekilde yürümeye devam etti. Nereye gittiğimizide bilmiyordum. Sadece onu takip etmeye başladım. Uzun bir süre yürüdükten sonra karanlık bir yola girdik. Yolda çok fazla engel vardı. Herhangi birinin buraya gelmeye zahmet edeceğini hiç zannetmiyorum. Bütün bir yolu aştıktan sonra çok güzel yeşil bir alana gelmiştik. Öyle bir yoldan sonra böyle şahane bir yerin çıkacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Orada çok şık ve harika kokan bir çiçek dükkanı vardı. O kadar güzel görünüyordu ki büyülenmemek elde değildi. Bir süre olduğum yerde durdum ve etrafı hayran bir şekilde taradım.

"Daha ne kadar orada dikilmeyi düşünüyorsun pasaklı?" Hızlı bir şekilde yanına koştum ve ona düşmanca bir bakış attım. Dükkanın içine girdiğimde burnuma gelen harika kokular daha yoğundu. Orada şirin, yaşlı bir satıcı vardı. Çok sıcak bir kişiliği olduğu dış görünüşünden bile anlaşılırdı. Barlas adamın yanına gitti ve bir şeyler söyledi. Sonra beni gösterdi. İkisi de bana bakınca dondum. Bende onlara boş bakışlarla bakıyordum. Yaşlı adam yanıma gelerek elime bir mektup bıraktı ve almanca konuşarak bunu hemen açmamamı söyledi. Bende şaşkın bir şekilde başımla onayladım. Sonra Barlas'ın yanına gidip tekrar bir şeyler konuştular. Seslerini pek duyamıyordum. Sonrasında ise adam yukarı kata bizi davet etti. Acaba orada ne vardı? Çıktığımızda içerinin olağanüstü güzelliğine tepki veremedim. Bir çok oda vardı. Adam burada yaşıyordu. Bize eliyle koltukları işaret ederek oturmamızı söyledi. Sonra elinde iki tane papatya çayıyla birlikte geldi ve bize ikram etti. Çay çok güzel kokuyordu. İçtiğimde ise tadına hayran kalmıştım. Bu diğer içtiğim papatya çaylarına hiç benzemiyordu. Papatya çaylarını her zaman kendimi sakinleştirmek ve rahatlamak için içerim fakat kesinlikle bu çay kadar rahatlatamaz. Sonra elinde harika görünen bir çiçekle tekrar geldi. Bu çiçeği hiç görmemiştim. Muazzam bir görünüşü vardı. Adını sordum. "Cosmos atrosanguineus(çikolata kozmozu)"... Ne kadar büyüleyici bir görünüş. Sonra saksıdaki bir yazı dikkatimi çekti. Kiara. Çok şaşırmıştım. İsmimin orada ne işi vardı?? Karşımdaki yaşlı amca çiçeği bana uzattı. Sonra almanca konuşarak:

"Mektubu okuduktan sonra aklında hiç bir soru kalmayacak kızım."

"Ne g-"

"Hadi pasaklı." Barlas birden beni çekince affaladım.

"Ne yapıyorsun?" Her zamanki gibi hiç bir şey demedi. Uzun bir yürüyüşten sonra eve vardığımızda Barlas gene işi olduğunu söyledi ve gitti. Ben eve girdiğimde merak ve heyecanla mektubu açtım ve okumaya başladım

Değerli meleğimiz,... bu cümle bile gözlerimin dolmasını sağladı.

Merhaba arkadaşlar, kusuruma bakmayın uzun bir süre beklettim. Fakat biliyorsunuz okullar açıldı.!!:/

Elimden geldiğince hızlı yazacağım. Medya cosmos atrosanguineus...










Sera BüyüsüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin