X.

17 0 0
                                    

Kasvetli havada yükselen çığlık sesleri, uzuvların kesilme sesleri, kılıçların çınlama sesi, kalkan tahtalarının çatlayan sesleri, atların çaresizce kişneme sesleri, adamların, çocukların, kadınların çığlık sesleri... Alistar nerede olduğunu bilmeden soğuk toprağın üstünde ilerliyordu. Üstünde ne olduğunu unutmuştu bile. Suratından akan kan damlalarına bakıyordu. Bu onun kanı değildi...

  Arkadan ıslık çalan soğuk rüzgar esti, ardından dörtnala koşan atın hızında sertleşti. Alistar yüzünü rüzgara doğru döndü, Güç bela gözlerini açmaya çalışırken elleriyle gözünü tutup ovuşturdu. Sert rüzgar dinmiş, yerini hafif esintilere bırakmıştı. Alistar karşısında aniden Elena'yı buldu.

  Kahverengi saçlarını serbest bırakmıştı, Hafif esintilerle saçları oynuyordu. Üzerinde kar kadar beyaz, tüle benzer bir elbiseden başka bir şey yoktu. Çıplak ayakları, çorak toprağın kiriyle lekelenmişti. Elleri, kolları, yüzü ve görünür her yeri Cennetten koparılmış bir parça gibi parlıyordu. Alistar gözleri büyülenmiş şekilde kendisine sırıtan Elena'ya baktı:

-"Elena..." diye söylendi kendi kendine. Birkaç adım adım atıp yavaşça Elena'ya doğru yöneldi. Birden havada tiz çığlıklar duyuldu. Alistar kulaklarını kapayıp gözlerini kıstı. Beyni kavruluyormuş gibi hissediyordu. Çıkan ses o kadar tiz ve yüksekti ki etrafa saçılmış cam parçaları teker teker kırılıyordu. 

  Tiz çığlık bittiğinde Alistar Elena'ya baktı. Kızın arkasında demir gibi parlayan gözleri kan kırmızısı bir adam duruyordu. Üstünde bir şey, kafasında bir saç bile yoktu. Elena olacaklardan habersiz pürüzsüz dudaklarıyla Alistar'a gülümsüyordu. Alistar Elena'ya haykırdı ancak sesi çıkmıyordu. Ya Elena sesi duymuyordu ya da Alistar dilini yutmuştu. Demir adam elini kızın hafif tül elbisesinden içeri geçirip sırtından elini soktu. Elena'nın gülümsemesinden eser kalmamıştı. Şaşkın ifadesiyle Alistar'a değil; şafakta yeni doğmaya başlayan güneşe baktı. Artık karnından kanlar boşalıyordu. Ağzı açık gözleriyse yarı kapalı halde Alistar'a doğru yürümeye başladı. Demir adam elini kızın vücudundan çekti. 

  Alistar kanayan narin vücudu kolları arasına aldı. Artık burnundan ve ağzından da kanlar geliyordu. Alistar haykırıyordu. Düşürdüğü gözyaşları Elena'nın soğuk suratında son buluyordu. Nefes almayı kesmişti. Ölü bedene sarılıp haykırmaya başladı Alistar. 

  Islık çalan o rüzgar yeniden geldi, sonra yine sertleşti. Bu sefer Alistar'ın önünde belirdi demirden adam. Kızgın kan kırmızısı gözleriyle Alistar'a baktı. Sonra kafasını sağa doğru çevirdi. Karşısında Akatrel vardı. Onunda üzerinde beyazdan bir tül elbise vardı. Ayakları çıplaktı. Saçları dağılmış halde rüzgarla savruluyordu. Yaşlı suratındaki yemyeşil gözleri Alistar'a şevkat ve sevgiyle bakıyordu. 

  Onunda parlayan gözleri yerini derin boşluğa bıraktı. Önünde duran demir adam şimdi Akatrel'in arkasındaydı. Tül elbisesinden kanlar damlıyordu. Alistar kucağında tuttuğu Elena'nın ölü bedenini yere koydu. Hala gözyaşı dökerken yere diz çökmüş annesinin yanına sürünüyordu. Çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, daha kaç değer verdiği insanı kaybedecekti?

  Alistar yerinden sıçradığı gibi çapaklı gözlerini ovuşturdu. Yarı çıplak vücudu terlemişti. Omzuna uzanan saçları ıpıslak olmuştu. Korkmuş yüzünü eliyle gezdirip etrafa bakmaya başladı. Yatakta kalçasına kadar örtülmüş kürk battaniyeyle yüzükoyun yatan Elena'yı görünce içinde bir "oh" çekti. Elini yüzüne götürüp bir daha ovuşturdu. Kalçasına kadar örtülü kürk battaniyeyi kızın omuzlarına kadar çekti. 

  Yataktan kalkıp sandalyenin üzerinde duran gömleği üstüne geçirdi. Çekmecesini ses çıkarmamak için yavaşça açtı. İçinden tütününü çıkartıp yaktı. Penceresini açıp taş duvara yaslanarak dışarıyı seyretti. Bu her zaman yaptığı bir şeydi. Ne zaman kabus görse, canı sıkılsa, ya da sinirleri bozulsa penceresini açar bir kadeh şarap eşliğinde tüttürürdü. 

ÇELİK ŞEYTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin