Etrafa sinen tütün kokusu Taladon'un burnunda tütüyordu. Odanın nemini yapış yapış ellerinde hissetti. Karanlık odanın içini aydınlatan iki mum söndü sönecekti, raflardan akmış beyaz yağları odanın eski olduğunu belli ediyordu. Tahtalarda dolanan böceklerin sesi sandalyede oturan Taladon'un kulağına musiki gibi geliyordu. Artık rahatlamak istiyordu bu yüzden de kendine bir meşgale bulmuş oyalanıyordu. Elleri boştu. Üzerinde bir gömlek bir kumaş pantolon ve uyduruk bir çift çizme vardı. Odanın içinde canı sıkılmıştı. Karşısında duran yaşlı siyah cübbeli adamla göz göze gelmemek için gözünü bir yerden başka bir yere oynatıyordu. Sessizliği kara cübbeli yaşlı adam bozdu:
-"Şimdi inanıyor musun bana?" Taladon hayretler içerisinde fal taşı gibi açık gözlerini sonunda ayakta duran yaşlı adama doğru yöneltti:
-"Ne kadar da körmüşüm, şu an bir utanç abidesi gibi hissediyorum." Yaşlı adam güldü. Elinde tuttuğu ucunda kristal duran tahta asayı dar odanın duvarına sabitledi. Taladon'un utanç fışkıran gözlerine bakarak eğildi:
-"Utanmana gerek yok, eğer seçilmiş isen utanmayacaksın."
-"Ne yapacağımı bilmiyorum, nasıl seçilmiş kişi ben oluyorum."
-"Bunu kafana takma, zaten her seçilen böyle der. Daha önce hiç Rangus Warwick'i duymuş muydun?"
-"Evet, evet! Kuzeyin kralıydı."
-"O da senin gibi düşündü, zor durumdaydı, ortalık karışmış insanlar delirmişti. Ancak işi bittiğinde üstatların yazdığı tarih kitaplarında kendine upuzun bir yer açtı."
-"Rangus, o da mı seçilmişti?"
-"Kuzeylilerden seçilen ilk kişiydi o. Büyük ve onurlu bir adamdı. Fal taşı gibi açık gözlerini hatırlıyorum. Bana onu anımsatıyorsun... Retsen oğlu Taladon, söyle bana; Tanrı seninle ne konuştu?" Taladon soruyu duyunca gözlerini kıstı. Hatırlamaya çalıştı, düşündükçe başı ağrıyordu. Elini kafasına götürüp ovaladı:
-"Hatırlayamıyorum, başım çok ağrıyor, üzgünüm..." Adam elinde yanan tütünü Taladon'un burnuna doğru yaklaştırdı. Taladon reddedercesine kafasını yana çevirdi. Kara cübbeli adam kukuletasını çıkardı. Gri renkle kaplı uzun saçları ve uzun gri sakalı ortalığa saçılıverdi. Mavi yanan gözleri kuzeyli olduğunu gösteriyordu. Yoksa Middler'den miydi? Omzundan bacaklarına kadar iple inen çantasının içini açıp karıştırmaya başladı. Çıkardığı şey kızıl bir şişede turuncu renkli yarı sıvı bir iksirdi. Mantar tıpayı çıkartıp etrafa saçılan turuncu parıltıyı koklamaya başladı. Güzel dercesine başını salladı. Yaşlı buruşuk elindeki şişeyi Taladon'a doğru uzatarak:
-"Al, iç bunu. Kendine gelmen saniyeler sürer..." dedi.
-"Nedir bu?"
-"Ateş iksiri. İhtiyacı olana güç ve arzu verir."
Taladon çekik yüzüyle küçük şişeyi eline aldı. Tıpası açık şişe elinde titriyordu. Burnuna götürüp kokladı. Birden yüzünü ekşiterek şişeyi geri uzattı. Adam elinin tersiyle iterek:
-"İçmezsen hatırlayamazsın, hatırlayamazsın nasıl seçilmiş kişi olabilirsin ki?" dedi. Yüzü buruş buruş ağzına doğru götürüp kafasına dikmeye başladı. Taladon içerken adam "Hepsini, hepsini!" diye bağırıyordu. Şişeyi bitirip dilini dışarı çıkardı. Sanki içi yanıyormuş gibi yüzü kızarmıştı. Dilini dışarı çıkartıp kızıl gözleriyle adama yalvarırcasına baktı:
-"Su! Su ver! Su!"
-"Eğer su içersen bütün etkisini kaybeder, daha sonra su içersin."
-"İşe yaramadı zaten yeni bir tane yaparsın yeni bir tane içerim! N'olur su ver."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇELİK ŞEYTAN
FantasíaDünya bizden yıllar sonra bir pislik yuvası haline geldi, insanlar değer bilmez ve vurdumduymaz bir hale gelince Kara Cuma yaşandı. Kuzey'de sert rüzgarlar ve karlar medeniyeti yok etti sonrasında gelen fırtınaysa arkasında tek bir iz bile bırakmadı...