Henüz 15 yaşındaydı Canan. Fakat yaşından büyük acılara sahipti. Kendisi daha çok küçükken kaybetmişti babasını. Ve annesi yeni bir evlilik yapmıştı babasının ardından. Üvey babası çok kötü kalpli bir adamdı. Vicdanı, ahlakı hatta bir kalbi bile yoktu. Tek derdi zevki ve paraydı. Zehir ediyordu adeta hayatı kendisine ve annesine. Dayanamıyordu artık Canan. Ölmek istiyordu. Zaten hep ölmek istemişti babasından sonra.
Bir de küçük tatlı mı tatlı erkek kardeşi vardı Canan'ın. Ama bir türlü benimseyemiyordu kardeşini. Üvey babasından o kadar nefret ediyordu ki büyüyünce kardeşinin de ona benzeyeceğinden korkuyordu.
Hayalleri yoktu. Umutlarını ve hayallerini babasıyla birlikte gömmüş gibiydi sanki. Küçüklüğünde sokakta oyun oynarlarken dalga geçerlerdi hep onunla "Babasız." diye. Hep kulağında yankılanırdı o küçücük cümle. Bu yüzden evden pek çıktığı söylenemezdi Canan'ın. O dört duvar hapishane olmuştu sanki ona. Sadece geceleri gizlice kaçıp kaçıp gittiği, babasının ölmeden önce onu sık sık götürdüğü o sahil vardı. Orası da olmasa ne yapardı Canan? Huzur bulabildiği tek yerdi orası. Annesini dahi tanıyamaz olmuştu. Değiştirmişti Haluk kişisi onu. Ve bu duruma çok üzülüyordu Canan. Annesi onun tek sığınağıyken yapayalnız, sığınaksız kalmıştı. Ama bilmiyordu ki Canan gelecekte yaşayacak olduğu bedel tüm acılara..