ab-ı hayat

7 0 0
                                    

32

Güneş karanlık bulutlar ardında bütün çıplaklığıyla soğuk koridorların pas tutmuş demir parmaklıklarına kendini sunuyordu. Her ne kadar vakit normalinden erken olsa da bazıları için çoktan geç bile kalınmıştı. Mevsim soğuk hava bulutlu ve daraltıcı derecede karanlıktı. Bir tutam güneş vardı karanlığı delercesine yaran, bir de ön bahçede asılı beyaz atletlerin biriktirdiği masum beyazımsı ışık. Gerisi sadece bir karartmadan ibaretti.

Hiç kimse konuşmuyordu bu sabah. Kim bilir belki de isyan çökmüştü ruhlarına. Ve her gece aynı rüyaları görmekteydi birileri ve her gündüze yeni bir umutsuzlukla başlamaktaydı bir kaçı. Çay sesi geliyordu koğuşun dibinden. Fokurdamaya başlamıştı ki Artvin li yetişti imdadına. Her vakit uyanık bulunurdu yüzü. Hiç kapatmadığı olurdu. Sorulduğunda evvelden ezele buradayım derdi. Hep bir günün hayalini kurduğu yaşamı seçmişti ne yazık ki.

"Özgürlük"

Uykuya kalan birkaç kişiyi daha kaldırdı sessizce. Artık bu koğuşta kimse kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyordu. Her adam anlamıştı ki aslında bu kalabalıkta yalnızları oynuyorlardı. Gözlerini açar açmaz ilk sigarasını yakmıştı deli dumrul. İçli içli çekiyordu dumanı içine. Artık vakit tamam olmuş kahvaltı ve çay hazırlanmış herkes masada yerini almıştı. Bir kişi gözükmüyordu etrafta. Koğuştakiler birbirlerine soruyorlardı. Bir anda küçük bir gürültü meydana çıkmıştı. Herkes onun hakkında bir yorumunu belirtiyordu. Koğuş ağası bu duruma sinirlendi ve ayağa kalkarak;

"Herkes işine gücüne baksın. Hadi afiyet olsun."

Herkes hep bir ağızdan sağ olu çektikten sonra konuşmalarını bitirdiler.

Koğuş ağası Ahmet Mithat Yüce;

Gariban bir köylü çocuğu olarak doğmuştu. Önce babası sonra küçük kardeşi ölmüştü verem hastalığından. Bir anası kalmıştı kendisine yadigâr bir de canı. Yıllarca bitmek tükenmek bilmeden çalışmasına rağmen bir gün şeytana uymuştu ve elli yıllık bir cezaya çarptırılmıştı. Oysaki ne hayalleri vardı, ama artık o da tek bir hayalin gerçekleşmesini beklemek için başka hayallerini hiçe saymıştı çaresiz.

"Özgürlük"

Kahvaltıdan sonra herkes koğuşun içinde dört bir yana savrulmuştu. Kitap okuyanlar, demir parmaklık arasından dışarının puslu havasına bakanlar, elinde kâğıt kalem bir şeyler karalayanlar, derken Ahmet ağa ayakçısı Hamdi yi yanına çağırdı.

"Nerde o gördün mü?"

"Ağam dün gece kalktığını gördüm öle dört dolandı buralarda, sabah baktığımda üstünü giyinip çıktı gene oraya."

"Kim vardı görevli?"

"Sefa vardı bu sefer. Araları iyi onla. Bu Sefa da gavur mudur nedir? Tövbe tövbe."

"Kimsenin günahını alma. Hem sen ne yaptığını biliyor musun orada?"

"Yok vallaha ağam bana düşmez elin gavurunun derdi tasası."

"Her sabah duaya gidiyor oraya. Sizden çekindiği için gizli yapıyor. Herhalde bu sabah biraz uzun sürdü. Hem ne gavur diyorsun ulan adama neyini gördünüz? Bak benden habersiz bir yanlış yaparsanız..."

"Estağfurullah ağam ben senden habersiz çişe bile gitmem."

"İyi çayımı getir sonrada o gavur Sefa yı getir"

"Emredersin ağam."

En başlarda ne kadar hor görülse de genç Hamdi, sonradan ağanın en has adamı olmuştu. Kimin neyi nesi var bilse de ağasının izni olmadan göz kapaklarını bile açmazdı. Koşar adım ağasının çayını getirdikten sonra gardiyan Sefa yı çağırdı koğuşun dış kısmına. Sefa elli yaşını aşmış karısını geçen sene bir kazada kaybetmiş ardından inancını değerlerini bir çırpıda silmiş bir adamdı. Mahkumlara her ne kadar kötü davranmasa da çoğu vakit kendini kaybettiği olmuştur.

ab-ı hayat İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin