[5]

2.3K 263 84
                                    

Yoongi uyumuş olduğuna inanamıyordu. Uyumaya zamanı olmadığını bile bile bunu yaptığına inanamıyordu. Ceketinin cebinden çıkardığı parasını yatağın üstüne, Jungkook'un yanına bıraktı. Ardından dolaba geri koymayı unuttuğu uyuşturucuyu eline alıp incelemeye başladı.

Bu beyaz tozla uzun süreli bir arkadaşlığı olmasına rağmen hala bir bağımlı gibi çökmüş görünmemesi şaşırtıcıydı.

Oysa Yoongi ölürken berbat görünmek istiyordu. Böylece cenazesinde onu görebilecek her insana "Bana ne yaptığınıza bakın. Beni siz öldürdünüz." diyebilecekti. Ya da en azından o berbat görüntüsünün zihinlerine kazınmasına sebep olabilecekti. Yoongi artık bu hayatın monotonluğundan sıkılmıştı..

Jungkook gözlerini araladığında, her ne kadar onları çok sevse de yanında bir tomar para görmek istemezdi. İlk tercihi Yoongi'ydi. Dün gece ilk defa biri ona bedenini teslim etmişti. Jungkook gibi mükemmel bir görünüşü olmasa da hissettirdikleri mükemmeldi. İnleyişleri ise tamamen kusursuzdu.

Yatakta doğruldu, yatağın ucunda oturan Yoongi ile dip dibe geldi. Küçük gözlerine ve şişmiş dudaklarına bakıyordu. Bir insanı bu kadar arzulaması normal miydi? Oysa daha sekiz saat bile olmamış olmalıydı tanışalı. Bu adamın, üzerinde bıraktığı etkiyi sevmişti.

"Dün akşam sorduğum şeyi unut tamam mı? Saçma bir soruydu zaten."

Yoongi'nin gergince söylediği bu iki cümle Jungkook'un zihninde bir şeyler canlanmasına sebep olamamıştı. Uyuşturucunun verdiği etki sadece hisleri hatırlatıyordu insana, sözleri değil.

"Ben... pek hatırlamıyorum."

"Bu daha iyi. Seni geri bırakmamı ister misin?"

Jungkook başını olumlu olarak salladı. Geldikleri bu yeri bilmiyordu, tek başına geri dönmesi zordu.

Birlikte, tekrar arabaya bindiler. Slow müzik eşliğinde, güneşin ilk ışıklarıyla, üstü açılabilen bir arabada yolculuk...işte bu, Jungkook için lüksün genel tanımıydı. Bu bir bakıma hayattı da. Slow müzik düşünceler, güneş gelecek ve üstü açılabilen arabada özgürlüktü.

Jungkook yaşamaya aşıktı. Ama maalesef ki bu platonik bir aşktı.

***

"Nerelerdeydin Kookie?"

Ve tekrar, o boğazlanması gereken takma ismi duydu. Bir insan bu kadar tatlı bir kelimeden bu derece nefret edebilir miydi? Her fırsatta duyarsa belki ederdi. Jungkook'a göre, kendi bulduğu takma isimler çok daha fazla yaratıcıydı. Yani, sarışın bir çocuğa ünlü rock grubunun ismini takmak kimin aklına gelirdi ki? 'Blondie.' ... Fazla yaratıcıydı.

"İş yerimdeydim."

Gülümsedi. Bu çocuk arkadaşı değildi ama galiba o böyle düşünmüyordu. Çünkü her fırsatta Jungkook'a tek arkadaşım derdi, tek dostum.

"Bende işler kesat."

"Biraz kıvırt sende Seokjin."

Büyük olan, histerik bir kahkaha attı. Böyle yapınca gerçekten sevimli oluyordu.

"Tamam. Deneyeceğim."

Barın üstünde -bu aynı zamanda çalıştığı sokaktaki bardı- tek odalı bir dairede Seokjin'le birlikte kalıyordu Jungkook. Neyse ki bugün ev sahibinden kurtulmuş, evine girebilmiş, duş alabilmiş ve kendine çeki düzen verdikten sonra tekrar sokağına inebilmişti. Bu gece mükemmel gözükmek istemişti ve gözüküyordu da. Siyah, ve neredeyse üst bacağının her tarafı çiziklerle dolu pantolonunun üstüne yarım kollu düz siyah bir tişört giyip bir de pantolon askısı takınca kim mükemmel gözükmezdi ki zaten?

Önünde duran tanıdık arabaya yürüdü ve aynı tanıdık yüze gülümsedi.

"Sormayı unuttum... Bir şeyler yemek ister misin Jungkook?

Yüzündeki gülücükle birlikte onayladı.

***

Jungkook açılmış ağzıyla tabelada ki yemeklere bakıyordu. Daha önce burayı görmüştü elbet ama hiç gelme fırsatı olmamıştı. Çalıştığı sokağın tam karşısında da bu fastfood dükkanından vardı. Defalarca orada oturan kendi yaşında, belki daha büyük gençlerin birlikte eğlendiklerini görmüştü. Oysa Jungkook yaşıtlarının aksine para kazanmakla meşguldü. Berbat bir yoldan.

"Ona da aynısından."

Yoongi sabırsızdı ve beklemeyi sevmezdi. Hele şu son bir hafta içinde daha fazla nefret etmişti. Kendi siparişinden bir tanede Jungkook için söyledi.

Beş dakika sonra yağ torbaları önlerindeydi. Bir masaya oturdular ve yemeye başladılar.

"Dün gece bana ne sorduğunu merak ediyorum."

Jungkook yemeğinden bir ısırık almadan önce konuştu. Yoongi, ilk başta yanında sürüklemek istediği bu çocuğu şimdi kendi çukuruna düşürmek istemiyordu. Fakat yine de anlatacaktı. Aynı fikirde olma ihtimalleri vardı.

"Benimle birlikte ölmek ister misin diye sormuştum."

"Neden ölmek istiyorsun ki?" Kolasından bir yudum aldı. "Hasta falan mısın?"

"Hayır, sadece yaşayabileceğim kadar yaşadığımı düşünüyorum. Bu pazar, hem haftanın sonu hem de ömrümün sonu olacak."

Jungkook gülümsedi. Derin düşünen insanlara bayılırdı.

Yaşamak için sadece beş günü olan bu çocuk zihninin bir köşesini uyarmıştı. 'Unutulanlar' isimli bir köşeyi. İçeriği ise belliydi. Eski ailesi.

Aslında Jungkook'un gerçektende mükemmel bir ailesi vardı. Anne ve babasının mutlu bir evliliği ve güzel bir hayatları vardı. Fakat tüm bunları mahveden kendisiydi. Ergenlikle birlikte girdiği olumsuz ruh hali ebeveynlerinin ilişkilerinide olumsuz etkilemişti. Hatta annesi, onun kendine verdiği zararlara, dayanamamış olacak ki en büyük aşkını geride bırakıp oğlundan kaçmıştı. Şimdi nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Zaten bilecek, bir tek babası vardı ama o da çoktan yeni bir aile kurduğu ve Jungkook adında bir oğlu olduğunu unuttuğu için yapabilecek bir şey yoktu. Jungkook onlarla yüzleşemezdi, izlerini süremezdi. Üstelik, bu hayatı kendisi yaratmıştı. Sonuçlarına da kendisi katlanmalıydı.

Ya da belki katlanmazdı.

Zaten boktan gideceği belli olan hayatını beş gün sonra sonlandırırsa daha fazla eğlenebilirdi. Bir şeylerin değerini bilebilirdi. Onu engelleyecek kimse yoktu. Hiç kimse. Ölmek için bile özgür olunması gereken bu ülkede o tamamen özgürdü.

"Fikrimi değiştirme şansım var mı?"

Hala yemek yiyen Yoongi çoktan az önceki konuşmayı kafasından attığı için gelen soruyla birlikte afallamıştı.

"Ne?"

Jungkook, Yoongi'ye yaklaştı.

"Ölümüne eşlik edebilirim ama olurda fikrimi değiştirirsem kızmayacaksın."

lost stars #yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin