Akşam yemeği

26 2 0
                                    

Neden herkes yanlızlığı dert eder ki? Etrafında sana yalan söyleyip kandıracak insanlar yokken daha rahat insanlar, onu üzecek bir sevgilin olmuyor mesela, iyi taraflarını düşünmek lazım her şeyin, Dolu bardak misali. Sevmek lazım hayatı, seni aldatan bir annen baban olsa bile. Sahi onlar bir birlerini aldattıklarını sanıyorlardı ama ikisi de bir birlerini aldattıklarını bilmiyordu ya da bu da bir roldü. Sorulara girmeden devam edeyim. Ama bilmedikleri bir sey daha vardı benim her seyi gördüğüm. Şimdiye kadar bakmak ve görmek arasındaki ince farkı anlatan kitaplar okudum ve şunu anladım gözlemek görmekdir, bakmaya gelirsek sadece gözlerinin onda olmasıdır. Ben gördüm, yaptıklarını en ince ayrıntısına kadar gördüm. Onları seviyor muyum? Tabiki de onlar yedi yıl öncesine kadar annem ve babamdı. Atsan atılmaz, satsan satılmaz bir seyler benim için. İçimdeki öfkeye gelirsek, evet o tam anlamıyla öfke, merak ve belirsizlikten beslenen bir canavar. Onu ne zaman ortaya çıkarırım bilmiyorum ama çıkınca iyi şeyler olmayacak. 'Canavar Skyler' kulağa kötü gelmiyor.
Kapı sesi duymamla Ali'nin kapısına bakmam bir oldu. Tahminimce yarım saattir yemek yiyordum ve O benden sıkılıp odasına girdi, şimdi de merak ederek odasından çıkmıştı, nerden mi biliyorum; insanları iyi gözlemlerim. Hâla masada olan bana baktı ve yine rahatsız olduğunu düşündüğüm koltuğa oturdu. Kafamı tabağıma geri çevirdiğimde yemeğin bittiğini gördüm, tabağı aldım ve ayağa kalkıp kir pas içinde olan mutfağa yöneldim. Sadece çöp vardı, elimdeki tabak da suni tabaktı. Ağzı açık çöpe attım ve Ali'nin çaprazındaki üçlü koltuğa geçtim. Bu kadar kötü olayların arasındayım ve bu adam, beni kaçıran adamın yanında, kendimi güvende hissediyordum. Daha doğrusu görünüşü bana güven veriyordu, ne kadar hareketlerine tip olsam da güven veriyordu işte. Nedenini daha kendime bile açıklayamadım. Yerdeki ince eskimiş halıyı incelemeye başladım. Oldukça pahalı olmalıydı, işlemeleri inceydi, elle yapılmıştı. Kırmızı rengin hakim olduğu bu halı bana Ali'yi gördüğüm o anı hatırlatmıştı, William'ın dedikleri " Bir ayın kalmış, yakmayayım canını. " Bir ayın kalmış derken. Direkt Ali'ye çevirdim kafamı, baş ve işaret parmağıyla başını ovuyordu.
-"Bir ayın kalmış derken ne demek istedi o ucube." Ali kafasını ovmaya devam ederek
-"Bir ayın kalmış demek istedi." Ne! verdiği cevap bu muydu? Tamam başka taraftan sorarım o zaman
-"Neden böyle bir şey söyledi?" Rahatını bozmadan
-"Çünkü bir ayım kaldı!" Bana bile bakmıyordu. Nefesimi sesli vererek koltuğa yaslandım
-"Senin cevap anlayışın bu mu? Neden bir ayın kaldı?" Hala başını ovuyordu
-"Sana ne? Sen ilk önce kendi sorularına cevap bul."
-"Bu da bir tür kendi sorum." hiç bekletmeden cevabını vermiştim.
-"'Sana ne?' dediysem 'sana ne?' dir." bana bakmadan ayağa kalktı, yanımdan geçip odasına yöneldi.
-"Tamam ben de senin dediğine uyayım kendi sorularıma cevap bulmaya gideyim." yerimden kalkmıştım ki kolumdan asılıp beni koltuğa geri attı. Ben sertçe koltuğa otururken o önüme geçmiş işaret parmağını bana yöneltmişti
-"Bana bak, benimle oyun oynama." Gözlerindeki öfke beni korkutsada belli etmemeye çalışarak
-"Sence oyun mu oynuyorum?" dedim sakince ve aynı ifadeyle devam ettim "Bütün o olanlar bir oyun muydu? Beni gerçekten korumuş muydunuz yoksa bu da William'ın planının bir parçası mıydı?" ifadesi yumuşamadı ama çaprazımdaki koltuğa oturmuştu. Galiba cevap verecekti.
-"Hayır hiç biri plan değildi." genişçe gülümsedim.
-"Biliyordum, bana bunu yapmayacağınızı biliyordum. Sana, Ayşe'ye güvenebileceğimi biliyordum. Az önce yaptıklarına rağmen sana güveniyordum. Neden diye sorma güveniyordum işte."
-"Güvenme!" sert ve netti. "Ayşe'ye güven ama bana güvenme!" Gülümsemem hızla kaybolurken içimde ölmüş kelebeklere mezar kazıyordum. Kafamla reddederken
-"İşte bu olmaz, insanlara nasıl güvenilmez bilmiyorum. Bana yaptıklarına rağmen hala babama güveniyorsam, sana hiç olmaz. Sahi sen benim hakkımda ne biliyorsun?" bunu tüm samimiyetimle sormuştum. Kendi kendime attığım hayali tokatlarla kendime gelmiştim. Ne olduğum gerçeği cidden canımı acıtmış olacak ki göz yaşlarım tüm engellemelerime rağmen akmaya kararlıydı.
Ali kafasını kaldırıp bana baktı. İstemsizce dökülen yaşlar yaralarımın kanlarını temizlemek için iş bası yapmışlardı ama pek işe yaramıyordu. O kanlar yaralarımla beraber ömür boyu benimleydi. Zorla gülümsedim ve yere düşen bakışlarımı toplayıp Ali'ye yönelttim
-"Ben ölmüş bir orospunun geride bıraktıkları ve bir piçin yaşattıklarıyım. Aklına ne gelirse O'yum. Belki bir orospu daha, belki acınacak bir kız çocuğu hangisini seçersen O'yum." gözlerimi avucumla sildim ve devam ettim. Ona sürekli bir seyler anlatmak istiyordum ya da bu ona mahsus bir sey değildi. Bunu da bilmiyorum. "Biz başkalarının gözünde neysek o değil miyiz zaten, hayat bizi başkalarının gözünde olduğumuz kadar kabul ediyor. Hayat insanların bizi nası gördüğünden ibaret, içimizde patlayan volkanlardan haberleri bile yok. Başkaları bizi nasıl görüyor veya görmek istiyorsa O'yuz Gerisi sadece hayal ya da nefes almaktan yorulmuş ümitler. Sahi sen beni ilk gördüğünde aklından ne geçti? Belki bir orospu, belki de bütün bunlara göğüs gerebilen bir kız çocuğu ama ben hafif rüzgarla sönen bir mum kadar güçsüzüm. Öyle güçlü göründüğüme bakma o inadımdan. İnat insanı ya aptal ya da güçlü gösterir. Babam söylemişti." derin bir nefes alıp verdim "Neyse başını ağrıttım. Ayrıca bana insanlara nası güvenilmez öğretmelisin." cansız bir gülümseme gönderdikten sonra ayağa kalktım. Oturduğum yerde asılı kalan bakışlarına aldırmadan odama yöneldim. Yaşlarımı silerken
-"Seni ilk gördüğümde söylediklerinden hiç birisini düşünmedim." dinlemek için durdum. Sonra devam etti "Ön yargısız olmak için insanlar hakkında tahminde bulunmamak gerekir. Yani senin hakkında hiç bir şey düşünmedim. Biz insanlar Ne düşünürsek düşünelim, senin kafana takacağını sanmıyorum. Ayrıca sana, güvenmemeyi ben değil hayat öğretir." sesi soğuk ve bir o kadar mesafeliydi. Ona dönmeden yoluma devam edip odaya girdim. Tahminimce hala oturuyordu. Kapıyı kapatıp yatağa bıraktım kendimi yüzüstü. Güvensizliği hayat öğretirmişte, o öğretemezmiş, Hı! Papucumun edebiyatcısı. Neyse Skyler, yine onu düşünüpte zaten bozuk olan moralimi daha da bozamam. Sesli bir şekilde nefedimi dışarı verirken arkamı döndüm ve kollarımı iki yanıma saldım. Tahta tavanı incelemeye başladım. Rengi iyice açılmıştı. Bir dakika bir dakika o uzun bacaklı yaratık örümcek mi? Biraz daha dikkatli bakınca kesin karar kıldım. Kafamam hücum eden soruları tepmek için örümceği izlemeye başladım. Öyle yaylana yaylana yürüyordu ki canımı sıkmıştı. Kafamı iki yana sallayarak Skyler saçmalamayı kes! Diye bir uyarıda bulundum kendime. Yataktan hızla kalkıp bu küçük odada bir uğraş aramaya başladım sanki bulabilecekmişim gibi. Etrafımda dönerken pencereye takıldı gözlerim, Tabi ya rüzgar. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken kapıyı çoktan açmıştım bile. Etrafıma bakmadan dış kapıya yöneldim. Ali'nin aynı yerinde olduğundan biraz şüpheliydim.
-"Nereye?" diye bir ses duydum ama o tarafa bakmadan kapıyı açtım. Sesi beni umursamaz gibiydi, ben de onu umursamadan merdivenlerden inip bir kaç metre ilerideki koca gövdeli ağacın yanına gittim. Ormana bakan tarafına oturup bazı kurumuş yapraklarına rağmen hala yesil duran ormanı izlemeye koyuldum. Aynı ben gibiydi bu orman; yaralarına rağmen buraya oturmuş gülen bir kız. Ne yapayım agresif olmak pek bana göre değil Kendimi alkışlarken içimde Rüzgar hafif hafif sağ taraftan esmeye başladı. Gözlerimi kapatıp ağacın prüzlü gövdesine yasladım...
Gözlerimi açtığımda uyuduğumu farkettim. Gerçekten uyumuştum. Etraf alacakaranlıktı. Bir anda gelen soguk rüzgar eve girmem icin bir uyarıydı. Ayağa kalktım ve arkamı silktim. Gerçekten üşümüştüm, çıplak ayaklarla eve doğru yürümeye başladığımda Ali'nin balkonda sandalyenin üzerine oturduğunu farkettim. Beni bekliyordu papucumun edebiyatçısı, hoş simdi edebiyatçı gibi değildi ama neyse. O da üşümüştü, üzerindeki deri ceketten anlasılıyordu. Merdivenlerden çıktım ve içeri girdim. Kapıyı kapatacaktım ki bir engele takıldı. Kapıya döndüğümde Ali'yi görünce kafamı geri çevirip odama yöneldim. Şimdi onunla uğraşamazdım. Bir kaç adım sonra mutfağa koyulmuş bir kaç poşet farkettim. Ne ara alışverş yapılıp getirilmişti. Horul horul uyumuşsun bayan kutup ayısı.
-"Yemek yapmayı bilir misin?" kafamı bana doğru gelen Ali'ye çevirdim. Kafamla onaylarken yanımdan geçip tezgahın arkasına geçti. Pek inanmamış gibiydi. Aslında buna fazla takmamıştım.Poşetleri karıştırırken
-"Ne yaparsın mesela?" Bir insanın eline hiç mi yakışmaz bir iş ya, Lanet olsun. Yüzümü buruşturarak
-" Lanet olsun gel buraya, bir insan mutfağa hiç mi yakışmaz ya. Sen söyle ne yiyeceksin ben yaparım." doğrulduğunda yüzünde şaşkınlık ifadesi öylesine belirgindi ki "inanmam" dercesine bakıyordu. Kalın kaşları havaya kalktı ve dudağının sağ tarafı hafifce havalandı. Buruşuk yüzümü düzelterek, kafamı sallayarak
-" Ben ciddiyim." Bana aynı şaşkın ifadeyle bakarken
-"Tamam zengin olabilirim ama yemek yapmayı biliyorum" kendimle gurur duymuştum ama belli etmedim. Halbuki bir yemek yapmak.
Ali sakince tezgahtan benim tarafıma geçti. Ben de onun geçtiği yere geçtim ellerimi tezgaha koydum. Kocaman bir gülümseme yerleştirdikten sonra yüzüme
-"Evet bayım ne yemek istersiniz." yaptığım espriye karsı gülümseyerek karşılık verdi ve
-"Patlıcan yemeği."
-"Yarım saate hazır olur bayım lütfen rahatınıza bakın."
-"Yardım edeyim."
-"Kesinlikle hayır, lütfen rahatınıza bakın." ben şakayla karşılık verirken o ciddiydi.
-"Peki madem, zehirlenmeyelim de." Zahirlenmekten mi bahsetti birisi, bunu kesinlikle kabul edemem
-"Göreceğiz, parmaklarına sahip çık bayım."
-"Haydi Bismillah." o ne dedi? Neyse galiba dinine mahsus bir seydi ama kulağa güzel geliyordu. Neyse yemeğimize bakalım...

Patlıcanlar pişmiş mi diye çatalı batırdığımda yumuşamışlardı. Bu da onların piştiğini gösterirdi. Yeni olan tüpü kapatıp, salata yapımına geri dönmüştüm. Domatesleri de doğradıktan sonra salatamız tamamdı. Bir anda yanımda bir varlık hissetmemle korkuyla o tarafa dönmem bir oldu. Hızlı hızlı nefes alıp verirken Ali korkuyla bana baktı
-"Sakin ol benim." dedikten sonra yüzünde insana güven veren gülümsemesi belirdi. Ben önüme dönüp domatesleri doğramaya devam ederken o tezgaha sıraladığım suni tabaklara yemeği koydu ve küçük masaya götürdü. Ben salatayı bitirdikten sonra kocaman bir gülümsemeyle
-"Salatanız hazır bayım." bana güldüğünü hissedebiliyordum. İnsanları güldürmeyi çok seviyordum. Ben gülemiyorsam onlar gülsün mantığındaydım, bu yüzden hiç arkadaşım yoktu. Aslında olması lazım evet doğru düşünüyorsunuz ama insanlar, en azından benim etrafımdaki insanlar, benim bu görüşüme karşıydı, biri hariç; Joe. O da benim gibiydi, benziyorduk biraz, tek fark o beni güldürmeyi severdi ben insanları.
Salatayı masaya koyduktan sonra mutfağa geri döndüğümde Ali son şeyi yani yoğurdu taşıyordu. Patlıcan bildiğim kadarıyla... Şimdi ülkenin ismini unuttum yani amerikada yoğurtla yenmezmiş. Bir ülkeye has bir şeymiş, yani joe öyle dedi. Çayı da çok güzel bir ülkeydi ama unuttum. Şimdi merak konum bu değil, Ali yemeğimi beğenecek mi?
-"Evet bayım, yemeğinizi lütfen tadıp yorumunuzu söyleyin." yine güldürmüştüm onu, en azından gülümsemişti. Mutlu etmek farklıydı, Ali'yi mutlu etmek farklıydı. Nedenini açıklamayadığım şeyler oluyordu içimde, midemde ama açıklamak istemiyordum, Tanımı olmadan iyiydi, tanımlarsam büyüsü bozulacak gibi hissediyordum. Böyle dur faili meçhul şey olur mu? Beynimden, kafasıyla beni onaylıyordu. Skyler kendi kendine konuşmayı kes. Yeni bir uyarı aldıktan sonra Ali'ye odaklandım. Yemeği ağzına atmış iyice tadını almak için çiğniyordu. Ben merakla izlerken yuttu, boğazında hafif belli olan ademelması yukarı aşağı hareket etmişti. Kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Bu halime bakıp gülümsedi
-"Annem gibi." Ne demkti şimdi bu, annem gibi derken, güzel bir şeydi galiba. Sanki beni duymuş gibi
-"Yani mükemmel." diye açıkladı. Devam etti
-"Kaşlarını çatmandan anladım. " kaşlarımı mı çatmıştım. Neyse önemli değil şimdi, yemeği beğenmişti. Elimi hafifce birbirine vurdum
-"Özür dilemen gerekiyor." dediklerime anlam veremez bir şekilde bana bakmaya başladı.
-"Hani zehirlenmekten korkuyordun ya." dedim gülümseyerek. O da gülümsedi
-"Hımm, özür dilerim bayan sizin yemeklerinize laf ettiğim için."
-"Bir daha olmasın." dedim dalga geçerek. Bu defa kısa bir kahkaha atmıştı.
-"Yemeğini ye." dedi muzipçe. Ben elime plastik kaşığı alıp yemeğe başladım...
Tam tamına iki tabak yemişti. Aklıma takılan ve yemek bpyunca düşündüğüm Annem gibi lafını merak ediyordum. Tabakları çöpe attıktan sonra üçlü koltuğa oturdum.
-"Annem gibi ne demek?" Dedim uzanan Ali'ye. Kolunu gözüne siper etmişti, bana cevap verirken de rahatını bozmamıştı
-"Benim geldiğim yerde anneler önemlidir. Annelerin Yemekleri farklıdır ki gelin yemek konusunda anneyle yarışır. Anne yemeği sıcaktır, tadını saymıyorum bile, sevgi vardır, huzur vardır anne yemeğinde." bunu söyleyince gerçekten kendimle gururduydum. Demek anne gibi yemek yapıyordum. Bir dakika ya onun geldiği yer neresiydi? Böyle bir sey nerde olabilirdi?
-"Sen nereden geldin ki?"
-"Türkiye." Türkiye... Türkiye... Bir yerden tanıdık geliyordu ama nerden? Ben bunu düşünürken Ali yerinden kalkıp odasına doğru gitti. Türkiye, neredeydi ya, çok tanıdık geliyordu.
-"Telefonun andorid mi?" diye sordum bir anda. Ağzımdan plansız çıkmıştı. Ali'ye dönmemiş hala düşünmeye devam ediyordum.
-"Neden sordun?"
+"Türkiye'nin yerine bakacağım." kafamı sonunda ona çevirmiştim. Elindeki telefonuyla uğraşıyordu galiba gösterecekti. Yanıma yavaş adımlarla gelirken biraz ilerimde durdu ve telefonun ekranını göreceğim şekilde bana uzattı. Haritada yeri görünüyordu. Hoş bir görüntüsü vardı. Asya ve avrupayı bir birine bağlıyordu. Zengin bir ülke olmalıydı. Sözde uluslararası işletmecilik okudum, önemli bir yere sahip olan ülkenin yerini, ismini bilmiyordum. Kendime hakaretleri saydırmadan önce Ali'ye döndüm
-"Tamam sağol." dedim ve salakla başladım kendime hakaret etmeye. Ali odasına geri dönerken ben de odama gittim. Nası bilmiyordum Türkiye'yi ya. Neyse birdaha unutmazdım artık, ne de olsa beni kaçıran adamın ülkesiydi. Yatağa kendimi yüzüstü atmıştım ki bir gürültü duydum dışarda. Ne olduğunu kestiremediğim bu gürültünün ne olduğunu görmek için hemen yataktan kalkıp solana koştum. Ali mutfakta yere eğilmiş bir şeyler yapıyordu. İçim rahatlarken Ali'nin acılar içinde "ahh" dediğini duymamla yanına fırladım. Ön tarafına geçip yanına eğildiğimde eli kanna bürünmüştü. Gözlerim büyümeye başlarken
+"Ali." sesim biraz fazla endişeli çıkmıştı galiba ki bana döndü sert ifadesiyle...

360Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin