Sabah erken saatlerde, güneş daha gökyüzüne ışıklarını yeni saçmaya başlamışken evden çıkmış, bisikletimin pedalına asılmıştım. Okul ve evimin arası çok uzak değildi. Yürüyerek belki on beş dakika, bisikletle ise beş dakika... Okulun merdivenlerini temizleyen hademeye selam verip sınıfa çıkan merdivenleri ikişer, üçer çıkarken okulun böylesine sessiz olmasının harika olduğunu düşünüyordum. Kalabalık, beraberinde her zaman kargaşayı da getirirdi ve ben kargaşayı sevmezdim.
Sınıfın açık kapısından içeriye girip son sıradaki yerime oturdum hemen. Başımı sıraya koyup gözlerimi kapattığımda sessizliği dinlemeye başladım. Sessizlik huzur vericiydi. Sabahın erken saatlerinde sınıfın açık penceresinden içeri giren toprak kokusu, insanın zihnini boşaltmasına yardım eden o temiz hava ve bu şehir hayatındaki en güzel ayrıntı olan kuşların sabah cıvıltısı...
"Bismillah!" Diye bir ses yankılandığında korkarak başımı sıradan kaldırmıştım. "Oğlum sen kaçta geliyorsun sınıfa? Karga bokunu yemeden..."
Omuz silktim, "evim yakın."
"Benim de evim yakın," gülümseyip önümdeki sıraya oturduğunda konuşmanın bittiğini anlamıştım. Çantasını sırasının üzerine koyup yastık gibi kabarttıktan sonra kollarını esnetip başını çantasının üzerine koydu. Aradan fazla geçmeden horultusu tüm sınıfı doldurmaya başlamıştı bile.
"Sabah cıvıltısına bir de kükreme eklendi," dedim gülerek. "Ne güzel bir doğa karmaşası."
-
"...okulun ilk haftası olduğunu biliyorum ama sizde biliyorsunuz ki benim bu ders müfredatını işlemem gerekiyor. Ve sizde kabul edersiniz ki artık on birinci sınıfsınız. Biraz dişinizi sıkın, yakında üniversiteli olacaksınız."
Tüm sınıftan yüksek gerilimli oflamalar, ilk haftadan ders mi olur, homurtuları yükselirken sadece bir iki dakika daha fazla uyuyabilmek için dua ediyordum.
Kaşları çatık şekilde sınıfa yönelen öğretmen "tamam," dedi sınıfa sinirli sesiyle. "O zaman sadece on dakika. Bugünlük sizin için böyle bir jest yapabilirim ama dikkatinizi şu noktaya çekmek istiyorum, sadece bugünlük."
Sınıftan bir sevinç çığlığı yükseldiğinde artık başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. Ön sırada oturan, sabahki çocuğun burnuna kalem sokmaya çalışan sıra arkadaşı benim gördüğümü görünce işaret parmağını dudaklarına götürerek ses çıkarmamamı söyledi. Zaten umurumda da değildi sadece uyanınca vereceği tepkiyi merak ediyordum. Sessiz kaldım.
Saçlarımı terlemiş alnımdan geriye attığımda dersi hızla işlemeye koyulmuş, hangi dersin öğretmeni bilmiyordum, öğretmen boğazını temizledi.
"Tahtaya yazdıklarımı aynen defterinize geçiriyorsunuz, birkaç bir şey de ekleyeceğim daha sonra. Bitiren kalemini bırakıp başını sıraya koysun bende ona göre devam edeyim."
Ne güzel, diye düşündüm. Sınıfta ilk okul rüzgârı esiyor. Tahtadakini yazıp başımı sıraya koydum, aslında bulunduğumuz durum öylesine komikti ki. Kadın bizi parmağında oynatıyordu. Çoğumuz on yedi yaşımıza girmiş, üniversite sınavına hazırlanmak için bir nevi aday adayıydık ve sınıfta tahtadakini yazmayı bitiren kişi başını sırasının üzerine koyup diğerlerinin bitirmesini bekliyordu. Herkesin canına minnetti tabi...
Buraya nakilimi geçen senenin sonunda aldırmış, yapmadığım devamsızlıkları da son hafta yapmıştım. Sınıftakiler benimle konuşmazlar, bende onlarla konuşmazdım. Bu yaptığım tamamen kendime zararlı olan anti sosyal davranış arkamda bıraktığım çocukluk arkadaşlarımdan kaynaklanıyordu. Onlara haber bile vermeden taşınmış, numaramı değiştirmiş ve sosyal medya hesaplarımı kapatmıştım. Neden böyle bir şey yaptığım konusuna gelecek olursak ben veda etmeyi sevmezdim. Hiçbir zaman.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYAN POKİ
FantasyBirini kaybetmek zaten kötüyken kurtarabilecekken yetişememek... Ölmek ile yaşam arası gibi. Araf. Gri... *Bay Ruffles hikâyesinden "tamamen bağımsız olmasa da" bağımsız bir hikâyedir. 22.05.2015'te yazılmaya başlanmıştır. Tüm Hakları Saklıdır.